Sosyal Bilimler Bülten #29
Belirsizliğimizin, kısıtlılığımızın ve savunmasızlığımızın en aza indirildiği, yeterli sevgiye, imkâna, yeteneğe, zamana, takdire erişebileceğimize inandığımız ve bir nebze kontrol sahibi olduğumuzu hissettiğimiz yer; konfor alanı. Bunu ülke sathına yayma niyeti…
7 Mayıs 2023. Ayın ilk bültenine başlayalım.
Talha Dereci, Genel Yayın Yönetmeni
Panoya Eklenenler
Hafta içinde atılan bir tweet, bazı soruları gündeme getirdi. Bülten okurlarının bu tweetteki kavramları, imkân ve potansiyellerinden haberdar olduğunu düşünmekle birlikte, konunun ehemmiyetine binaen birkaç açıklama yapmakta fayda var.
Cambridge Analytica, hedeflenmiş siyasi reklam ve propaganda kapsamında bireylerin kapsamlı profillerini oluşturabilmek için kişisel verileri tartışmalı bir şekilde kullanmasıyla ün kazanmış bir İngiliz siyasi danışmanlık firmasıdır. Şirket 2013 yılında stratejik iletişim ve davranışsal araştırma firması olan SCL Group’un bir iştiraki olarak kurulmuştur.
Cambridge Analytica, 2018 yılında milyonlarca Facebook kullanıcısının kişisel bilgilerini rızaları olmadan uygunsuz bir şekilde elde ettiğinin ortaya çıkmasının ardından manşetlere çıkmıştı. Bu veriler daha sonra aralarında 2016 ABD Başkanlık seçimleri ve Brexit referandumunun da bulunduğu çeşitli kampanyalarda kullanıcılara yönelik kişiselleştirilmiş siyasi reklamlar sunmak ve onları yönlendirmek üzere kullanılmıştır.
İfşaatlar, mahremiyet ve kişisel verilerin teknoloji şirketleri tarafından etik kullanımı konusunda küresel bir tartışma başlatmış ve nihayetinde Cambridge Analytica’nın Mayıs 2018'de kapatılmasına yol açmıştır. Skandal aynı zamanda Facebook'un veri gizliliği uygulamalarının daha fazla incelenmesine neden olmuş ve sosyal medya platformlarının siyasi kampanyalar ve yanlış bilgilendirmedeki rolü hakkında daha geniş bir tartışmaya katkıda bulunmuştur.
Cambridge Analytica’nın operasyonları birkaç somut adıma ayrılabilir. Şirket artık faaliyette olmasa da, kullandıkları yöntemler veri odaklı siyasi kampanyaların nasıl yürütülebileceğine dair fikir vermektedir:
Veri Toplama: Cambridge Analytica, “thisisyourdigitallife” adlı üçüncü taraf bir uygulamadan yararlanarak milyonlarca kişinin kişisel bilgilerini öncelikle Facebook’tan elde etti. Aleksandr Kogan adlı bir araştırmacı tarafından geliştirilen uygulama, yalnızca uygulamayı yükleyen kullanıcıların değil, aynı zamanda Facebook arkadaşlarının da verilerini uygun izin olmaksızın toplayan bir kişilik testiydi.
Veri Birleştirme: Cambridge Analytica, toplanan verileri demografik veriler ve seçmen kayıtları gibi kamuya açık diğer bilgilerle birleştirerek bireysel profillerden oluşan kapsamlı bir veri tabanı oluşturdu.
Psikolojik Profilleme: Cambridge Analytica, toplanan verileri kullanarak Açıklık, Sorumluluk, Dışadönüklük, Uyumluluk ve Nevrotikliği içeren OCEAN modeline (Beş Büyük kişilik özelliği olarak da bilinir) dayalı olarak bireylerin psikolojik profillerini oluşturdu. Şirket, bir kişinin siyasi eğilimlerini, tercihlerini ve inançlarını tahmin edebilen algoritmalar geliştirdi.
Mikro Hedefleme: Elinde ayrıntılı psikolojik profiller bulunan Cambridge Analytica, nüfusu belirli mesajlaşma türlerine yatkınlıklarına göre farklı gruplara ayırabildi. Bu sayede şirket, psikolojik profillerine ve siyasi inançlarına göre belirli kitlelerde yankı uyandıracak yüksek hedefli siyasi reklamlar oluşturabildi.
Reklam Kampanyası Geliştirme: Cambridge Analytica, hedef kitlelerine hitap edecek reklamlar geliştirmek için siyasi kampanyalarla birlikte çalıştı. Bu reklamlar, her bir segmentteki bireylerin korkularını, umutlarını veya önyargılarını kullanmak için uyarlanabilir.
Reklam Dağıtımı: Hedeflenen reklamlar daha sonra Facebook gibi sosyal medya platformları da dahil olmak üzere çeşitli dijital kanallar aracılığıyla bireylere ulaştırıldı. Reklamlar her bir segment için özelleştirildiğinden, kitlenin ilgisini çekme ve görüşlerini ya da oy verme davranışlarını etkileme olasılığı daha yüksekti.
Peki, Cambridge Analytica yönteminin Türkiye’de seçimlerde kullanılmasına karar verilmiş olsaydı neler yapılırdı? Şirket, Türkiye’deki seçmen kitlesini analiz edecek ve belirli bir parti ya da adayı desteklemek üzere harekete geçirilebilecek kilit seçmen kesimlerini belirleyecektir, örneğin: Muhafazakâr dindar seçmenleri, seküler şehirli seçmenleri, azınlık seçmenlerini yahut milliyetçi seçmenleri farklı öncelikleri ve endişeleri olan farklı gruplar olarak tanımlayabilirler.
Muhafazakâr Dindar Seçmen: Reklamlar geleneksel değerleri, dini özgürlüğü ve ulusal kimliği korumanın önemine odaklanabilir. Bir siyasi partinin ya da adayın bu değerleri koruma konusundaki başarıları ve gelecekte de bunu yapma konusundaki kararlılıkları vurgulanabilir.
Seküler Kentli Seçmen: Reklamlar demokrasinin, ifade özgürlüğünün ve laikliğin önemini vurgulayabilir. Partinin veya adayın kentsel alanlarda eğitim, sivil özgürlükler ve ekonomik büyümeyi destekleme taahhüdünü vurgulayabilir.
Azınlık Seçmen: Reklamlar, kültürel koruma, azınlık hakları ve bölgesel kalkınma gibi ilgili toplumu / topluluğa özgü konuları ele alabilir. Partinin veya adayın bu kaygıları ele alma ve daha kapsayıcı bir toplum için çalışma taahhüdünü vurgulayabilirler.
Milliyetçi Seçmen: Reklamlar ulusal gurur, toprak bütünlüğü ve güçlü bir ulusal savunmaya odaklanabilir. Partinin veya adayın, Türkiye’nin uluslararası sahnedeki çıkarlarını koruma taahhüdünü ve terörizme karşı sert duruşunu vurgulayabilirler.
Buralar bile makul görünmekle birlikte meselenin koptuğu yer ise şudur: Bu yöntemi kullanmak isteyen gruplar, karşı taraftaki grubu ilgili seçmenlere kendi görüşlerinin zıttı bir yerde konumlandırmaya çalışır. Mesela, milliyetçi seçmene bir siyasi parti lideri “vatan haini” olarak gösterilir, dindar bir seçmene bir lider “alkolik” olarak gösterilir vs. Bunlar yapılırken sahte ses kayıtları ve çeşitli montaj görüntüler devreye sokulabilir. Bunun için de deepfake kullanılabilir. Deepfake için şuradaki video hayli iş görür cinsten. Amerikalı aktör ve yönetmen Jordan Peele tarafından hazırlanan ve aldatıcı bir şekilde gerçek gibi görünen bu sahte görüntü ya da video, eski ABD Başkanı Barack Obama’yı yanlış bilgi ve sahte haberlerin tehlikeleri hakkında konuşurken gösteriyor. Jordan Peele, deepfake teknolojisini kullanarak kendi yüz hareketlerini Obama’nın yüz özelliklerine aktarmıştı.
Akademik Dünyadan Gündemler
Facebook, 2016 ABD başkanlık seçimlerinde yanlış bilgilendirmeyi teşvik etmekle suçlanmasının ardından “gizlilik odaklı bir sosyal medya vizyonu” açıkladı. Kullanıcıların haber akışlarındaki yanlış bilgileri azaltmayı amaçladığı iddia edilen bu teknik ve retorik reformlar, kullanıcıları sitenin kamuya açık alanlarından uzaklaştırarak onları özel [kapalı] gruplara yönlendirdi. Daha da önemlisi, bu reformlar giderek başkalarının [dış dünyanın, “öteki”nin - TD] görüşlerinden kopuk görüşler etrafında örgütlenen gruplar yarattı. Sonuç olarak, bu değişiklikler QAnon komplolarını,* milis gruplarına katılımı ve sağcı şiddeti teşvik eden yayınları kolaylaştırdı. Bu tehlikeli radikalleşmeyi anlamak için, kamusallıkların onları oluşturan görüşlere (doxa - doksa) bağlı olduğunu açıkça ortaya koyuyoruz. Jonathan S. Carter ve Caddie Alford kaleme aldıkları makalede, kamusallıkların doksaya dayandığını açıklığa kavuştururken, sosyoteknik toplulukların -özellikle de özel Facebook gruplarının- nasıl adoksastik kamusallıklar ya da adoksadan oluşan kamusallıklar dediğimiz şeyi yarattığını ortaya koyuyor: Asosyal ve son derece korunaklı, olasılıksız ve genellikle itibarsız görüşler. Yazarlar, özellikle, Facebook’un altyapısının olanaklarının katılımcıları kamusallığın kalbi olan yabancı doksa ile karşılaşmaktan nasıl uzaklaştırdığını, bunun yerine söylemsel durgunluğu ve diğerlerine yönelik şiddet içeren yönelimleri nasıl teşvik ettiğini araştırıyor. Bu adoksastik olanaklar, eril beyaz milliyetçiliğin ve diğer tehlikeli ideolojilerin retorik pratikleriyle uyumludur ve onları cesaretlendirir. Yazarlar, endoksastik ağların tehlikeli ve anti-demokratik adoksastik sosyal medyaya karşı üretken bir düzeltme olabileceği önerisiyle makaleyi sonlandırıyor.
*QAnon, 2017 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan temelsiz bir aşırı sağ komplo teorisidir. Eski Başkan Donald Trump’a karşı hükümet yetkilileri, ünlüler ve diğer etkili figürlerden oluşan bir "derin devlet" tarafından yapıldığı iddia edilen gizli bir komplo etrafında dönmektedir. Takipçileri, anonim bir kişi olan “Q”nun bu gizli savaş hakkında şifreli ipuçları paylaştığına inanmaktadır. Komplo teorileri, küresel pedofil halkaları ve şeytani ritüeller gibi çok çeşitli iddiaları kapsıyor. QAnon çok sayıda kaynak tarafından itibarsızlaştırılmış ve çürütülmüştür ve şiddet, taciz ve suç faaliyetleriyle ilişkilendirilmiştir. FBI tarafından iç terörizm tehdidi olarak kabul edilmiş ve çeşitli sosyal medya platformlarından yasaklanmıştır.
Or Hareuveny ve Yehuda U. Blanga kaleme aldıkları “Kutsal ve Dünyevî Arasında: İran’da Futbol ve Şeriat Arasındaki Çatışmalar” başlıklı makalede, İran’da din ve toplum arasındaki ilişkilerin bugüne kadar çok az akademik ilgi görmüş bir yönünü ele almaktadır. İran’daki dinî hukuk (şeriat) ile futbol arasındaki etkileşimi, yani dinî hukukun futbolun büyük popülaritesiyle çatıştığı durumlarda rejimin ne gibi çözümler bulmaya çalıştığını anlatıyor ve analiz ediyor: Örneğin, dünya finallerine katılmak Şii takvimindeki en ciddi yas gününde oynamak anlamına geliyorsa İran nasıl davranmalı? İranlı kadın sporcular, uluslararası turnuvalara katılmaları başörtülerini çıkarmaları anlamına geliyorsa ne yapmalı? Erkek oyuncuların bir golü ne şekilde kutlamasına izin verilir? Başka yerlerdeki meslektaşları gibi Batı tarzı modayı (saç kesimi, kıyafet) benimseyebilirler mi? Ve oyunla bağlantılı olarak batıl inançlara, büyüye ve sihre müsaade ediliyor mu?
Türkiye Notları
Güçlü bir tepki mekanizmasına sahip olan Türk kadın hareketi karşı-hegemonyanın kurucu bir aktörü olabilir mi? Bu sorunun ardındaki temel nedenler, kadın hareketinin köklü geçmişi ve teoriyi pratikle/eylemle birleştirmeye açık olmasıdır. Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau’nun radikal demokrasi teorisi perspektifinden bakıldığında, kadın hareketinin mevcut hegemonyayı deşifre etme ve Türkiye’deki mevcut hegemonyanın ötelediği ve dışladığı toplumsal talepleri dile getirme konusunda önemli bir potansiyele sahip olduğu görülmektedir. Melisa Gündüz ve Funda Gençoğlu’nun kaleme aldığı makale, Türkiye’deki kadın hareketinin neoliberal dinci-muhafazakâr hegemonyayı oluşturan mevcut güç ilişkilerini nasıl kavramsallaştırdığını ve buna nasıl karşılık verdiğini anlamaya çalışmaktadır. Makaleye göre, Türkiye’deki sekiz kadın hakları örgütü ile yapılan görüşmeler, güç ilişkilerini anlamak, kolektif kimlikler yaratmak, siyasetin ahlakileştirilmesinden kaçınmak ve diğer toplumsal hareketlerle işbirliği yapmak gibi radikal/agonistik demokrasiden beslenen ortak bir bakış açısı ortaya koymuştur. Ancak aktivistler siyasi partiler ve parlamento ile işbirliği yapma konusunda şüpheci yaklaşımlar sergilemiştir. Söz konusu çekimserliğin ardındaki nedenler, Türkiye’deki kadın hareketi üzerine yapılacak çalışmalarda daha fazla araştırılmalıdır.
Kareem Fahim ve Zeynep Karataş’ın Washington Post’taki “Türkiye Seçimleri: Seçmenler Erdoğan’ı Geride Bırakmaya Hazır mı?” başlıklı makalesine göre; İstanbul’da yapılan görüşmelerde birçok seçmen, 14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesinde ekonomik sıkıntılar ve 50.000’den fazla insanın ölümüne ve ülkenin güneyinin büyük bölümünün harabeye dönmesine neden olan ölümcül depremler gibi felaketlerin birbiriyle çarpıştığı bir dönemde, mali durumlarıyla ilgili benzer kaygılarını dile getirmiş. Yazarlara göre dünya kamuoyunun yakından izlediği ve Türkiye’nin Avrupa, Orta Doğu ve ABD ile ilişkilerinin yanı sıra Suriye’den Ukrayna'ya uzanan çatışmalar açısından da sonuçları olabilecek bu seçimde pek çok seçmen ekmek parası meseleleriyle meşgul. Bu kaygılar Erdoğan’ı, alışılmadık derecede birleşmiş bir muhalefet partileri grubuyla karşı karşıya bıraktı ve yirmi yıllık iktidarı boyunca hiç olmadığı kadar meydan okumaya açık hâle getirdi. Erdoğan’ın kimi destekçileri dahi, yerine başkasının getirilmesi gerektiğinden emin olmasalar bile, Erdoğan’ın kınanmayı* hak ettiğini söylemiş. Seçmenler, son birkaç yıldır yükselen enflasyon ve Türkiye’nin para birimindeki çöküşün damgasını vurduğu ekonomiyle ilgili endişelerde birleştiler.
*censure: Birini yaptığı bir şey için resmî yolla eleştirmek, kınamak (Burada bir tür gensoru gibi düşünülebilir)
Louise Callaghan, Trabzon’dan The Times için kaleme aldığı “Türkiye’deki Seçimler Bıçak Sırtında: Erdoğan’ın Vakti Doldu mu?” başlıklı makalede şunları söylüyor:
Erdoğan, kendisini Türkiye’yi küresel bir güç hâline getirdiği için kendisini adanmış bir devlet adamı olarak gören tabanından hâlâ büyük destek görüyor. Ancak ekonomiyi idare edişi, yolsuzluk skandalları, devletin Şubat ayında meydana gelen iki yıkıcı depreme yetersiz müdahalesi ve kendi neslinin usta siyasetçisinin giderek etkisini yitirdiği hissi, Erdoğan’ın popülaritesini azaltmış durumda.
Söz konusu yazıdan “Erdoğan’ın Maliyeti” başlıklı bir grafik:
Haftanın E-Kitabı
Oblivionism: Forgetting and Forgetfulness in Modern Science
[Unutmacılık: Modern Bilimde Unutmak ve Unutkanlık]
Editörler: Oliver Dimbath
Brill, 2022 | Kitabı İndir
Creative Commons: CC BY-NC-ND 4.0
Kitap, genel olarak sosyolojide ve bilgi sosyolojisinde unutma sorununa ilişkin temel bir bakış açısı sunmaktadır. Ayrıca -bir vaka çalışması olarak- modern bilim alanına odaklanmaktadır. Alman romantik bilimci Harald Weinrich tarafından ironik-eleştirel bir niyetle ortaya atılan “unutmacılık” [oblivionism] terimine başvurarak, bilim alanındaki temel ve çok yönlü bilgi kaybı sorununu analiz etmektedir. Bildirimsel-yansıtıcı, birleştirilmiş-pratik ve nesnelleştirilmiş-teknik bellek motifleri merkezdedir. Bunlar, modern bilimin de merkezinde yer alan üç unutma biçiminin gelişiminin temelini oluşturur: unutkanlık, unutmayı istemek ve nihayetinde unutturmak.
YASAL UYARI: Bu kitabı indirip, okuyabilirsiniz. Etrafınızla paylaşabilirsiniz. Çalışmalarınızda atıfta bulubilirsiniz. Hiçbir şekilde ticari kaygı ve amaçla kullanamazsınız. Creative Commons koşulları altında dağıtılan bu açık erişim bir kitapların lisansa aykırı kullanımlardan sosyalbilimler.org sorumlu tutulamaz.
Kapatırken…
Gerek bu bültenlere gerekse de Sosyal Bilimler bünyesinde verdiğimiz evladiyelik emekler için, Türk lirası cinsinden tek seferlik veya aylık olarak bizi Kreosus üzerinden destekleyebilirsiniz.
Türkiyede sosyal bilim odaklı yayıncılık hiçbir zaman kolay olmadı, bugün de değil. Bizlere bu meşakkatli yolda destek olmak isterseniz (abone değilseniz) e-posta bültenimize buradan veya aşağıdaki kutucuktan abone olabilir ve etrafınızdakilere bulten.sosyalbilimler.org üzerinden abone olmalarını dile getirebilirsiniz. Veya bu maili forward ederek aşağıdaki linke tıklayarak abone olmalarını sağlayabilirsiniz. Ve elbette Web, Twitter, Facebook, Instagram ve Telegram üzerinden bizleri takip edebilirsiniz. Haftaya pazar görüşmek dileğiyle!