Sosyal Bilimler Bülten #25
Etrafını saran dünyayı sürekli olarak gözlemleyip, yaşadığı ortamı en ince ayrıntısıyla tasvir etmekle birlikte, onu bir kopuş duygusuyla ve bağlılıktan yoksun bir şekilde görmek, hissetmek.
9 Nisan 2023. Haftanın bültenine başlayalım.
Talha Dereci, Genel Yayın Yönetmeni
Sosyal Bilimler’in Gündemi
Bültenin düzenli takipçileri konudan haberdar; geçen hafta üç anket yaptım. İlk niyetim bültendeki bazı bölümleri çıkarmaktı ve gözüme kestirdiğim gastronomiydi, o kesin çıkmalıydı ya da form değiştirmeliydi, ikinci de film ve müzikti. Bunun teyidi için şu soruyu sordum:
“Bülten’de hangi bölümlere ağırlık verilmesini istersiniz?”
Panoya Eklenenler: %28, Akademik Dünyadan Gündemler: %33, Kitap: %25, Sinema: %11, Müzik: %3.
Sonuçların beni teyit etmesi güzel. Sinema ve müzik bölümü kalktı, gastronomi “Panoya Eklenenler” bölümüne dahil edebildiğim ölçüde arada bir gözükecek.
İkinci soru: “Bu bültenin daha kapsamlı bir hâli için aylık olarak cüzi miktarda ve TL bazında bir ödeme yapmayı düşünür müsünüz?”
Evet: %33, Emin Değilim: %40, Hayır: %27.
Tam Türkiye tablosu! Kararsızları dağıttığımızda sonucun ne olacağını artık Bekir Ağırdır söyler. Türkiye’de dijital yayıncılıkta özellikle metin odaklı mecralara okurun / kullanıcının bütçe ayırması neredeyse imkânsız gibi. YouTube’da bir kanala “katıl” butonuyla abone olmaktan veya Netflix aboneliğinden bahsetmiyorum. Aktif olarak aboneliğimi sürdürdüğüm (TL bazında devasa rakamlara ulaşan çünkü dolar ve sterlin ile abonelik) mecraları düşünüyorum, içeriği okumak için milyonlarca insan bir şekilde ödeme yapıyor. Bu bir yerde zorunluluk. Bu tip yayıncılıkların devamı için böylesi bir “özveri” şart. Türkiye’de, yurtdışındaki takip ettiğim mecraların kalibresinde -kendi niş alanında- dijital yayıncılık yapan elbette çok çok az kişi var ama ülkedeki herhangi bir gazeteye ya da bloga aylık ödeme yapan da çok az. Bu kültür bizde pek yerleşecek gibi değil. Yabancı dilde yayıncılık daha cazip geliyor. Yok, döviz kazanmaktan dolayı değil, sorumluluğunu alabilen okur daha çok olduğu için. Bu fikir kitap yayıncılığında da geçerli.
Üçüncü soru: “Türkiye gündemi odaklı bu e-bültene…”
Abone Olurum: %88, Abone Olmam: %12
Buradaki niyetim, özellikle yaklaşan seçimler ve sonrasındaki Türkiye’ye dair temel bazı meselerin fikri takibi ve yankı odalarında yaşayan okurlar için bulundukları o odalardan başını dışarıya çıkarabilme cesareti göstermesine vesile olacak birtakım içeriklerin ön plana çıkarılmasıydı. Fakat sonra düşündüm ki, Türkiye gündeminden uzak kalabildiğim müddetçe bir şeyler yapabiliyorum — mesela bu bülten veya Sosyal Bilimler’deki içerikler ya da kitap işleri. Dolayısıyla bir kararsızlık hâli var. Bakalım. Hiç olmadı, bazı bültenlere “Türkiye Notları” başlığı ekleyerek devam ederim.
Panoya Eklenenler
Teksas’ta bir yargıç, FDA’nin ilaçlı kürtaj tedavisinde kullanılan mifepriston ilacına verdiği onayı geçici olarak durdurdu. Yargıç, hapın iddia edilen yan etkilerine atıfta bulunarak FDA’yi kısıtlamaları gevşettiği için eleştirdi. Karar, mifepristonun güvenli ve etkili olduğu ve FDA’nin bu ilacı dağıtmaya devam etmesine izin verilmesi gerektiği yönünde karar veren Washington eyaletindeki bir federal yargıcın kararıyla tam bir tezat oluşturuyor. Kürtaj hakları aktivistleri, daha az etkili ve daha acı verici olsa da, ilaçla kürtaj için başka tedavi yöntemlerinin de bulunduğuna dikkat çekiyor. Washington Post’tan Monica Hesse, mifepristonun yasaklanmasının, kürtaj yaptırmak isteyenlerin haysiyet ve tesellilerini ortadan kaldıracağını ve hamileliğini sonlandırmaya çalışan bir kişinin bunu bir nebze olsun mahremiyet içerisinde veya saygı çerçevesinde yapabilmesi beklentisinin ortadan kalkması anlamına geleceğini söylüyor. Türkiye’deki durum ise bu denli açıktan ilerlemiyor. DW Türkçe’den Burcu Karakaş’ın haberine göre; Türkiye’de kürtaj 10 haftaya kadar ve annenin sağlığının risk altında olduğu durumlarda 20 haftaya kadar yasal olsa da, birçok hastane bu hizmeti vermeyi reddediyor. Aslında yasal ama fiilen yasak. Bazı durumlarda hastaneler kürtajdan vazgeçirmek adına baskıya maruz kalıyor. Özel klinikler bu hizmeti yüksek bedellerle sunmakta, bu da düşük gelirli kadınların bu hizmete erişimini zorlaştırmaktadır. İstenmeyen gebelikleri önlemek için doğum kontrol yöntemlerine daha iyi erişim ve aile planlaması konusunda eğitim ihtiyacı açık ve nüfusun artırılmasına yönelik siyasi baskı, kürtaj hizmetlerine erişimin önündeki engellere katkıda bulunabilir. İşte bir anket:
*Örneğin tecavüz, ensest, annenin sağlığı.
**Hamileliğin ilk üç ayında yasal, ancak sonraki aşamalarda yasadışı
Akademik Dünyadan Gündemler
Marella Bodur Ün’ün makalesi, Türkiye’de kadına yönelik şiddete ilişkin küresel normun son otuz yıldaki alımlanışını ele almaktadır. Çalışmada, Türkiye’deki sivil toplum aktörleri tarafından benimsenen kadına yönelik şiddet karşıtı küresel norma yönelik üç farklı yaklaşım tespit edilmektedir: benimseme/uyma, itiraz etme ve reddetme. Çalışma, kadına yönelik şiddet karşıtı küresel normun yerel bağlamlarda önemli bir dirençle karşılaştığını göstermekte ve küresel norm yayılımına yerel tepkileri şartlandıran yerel normatif yapıların önemini vurgulamaktadır. Çalışmaya göre, bağımsız kadın örgütleri aile kurumunu her türlü şiddetin gerçekleştiği bir alan olarak tanımlarken, hükümet yanlısı muhafazakâr kadın örgütlerinin “toplumsal cinsiyet” kavramını İslami normatif sistemle eşleştirmek için yeniden şekillendirip/eğip bükmektedir ve kadına yönelik şiddeti toplumsal cinsiyet açısından nötr terimlerle kurgulayıp, bu şiddeti özel alanda bir insan hakları ihlâli olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. Bu çalışmaya göre, kadına yönelik şiddeti bir topluluk olarak kadınları orantısız biçimde etkileyen toplumsal cinsiyete dayalı bir şiddet olarak gören kadına yönelik şiddet karşıtı normun dönüştürücü içeriği, normun ulusal bağlamlara tercüme edilmesi sürecinde kaybolabilmekte veya devletlerin norma uymamasına yol açabilmektedir.
Ritüelin etkinliği önemli bir antropolojik meseledir. Francesco Della Costa makalesinde, antropologların böyle bir konuya getirdikleri kimi açıklamaları sorguluyor ve metafor olarak ritüelin özgün bir kuramlaştırmasını formüle etmeye çalışıyor. Önerilen hipotez iki ilham verici kavrama dayanmaktadır: Ernesto De Martino'nun ritüelin ana tekniği olarak “tarihsizleştirme” fikri ve Bruce Kapferer’in ritüele uygun dinamik boyutu bağlamında “virtüellik.” Bu teorik temellere ve doğrudan etnografik deneyime dayanarak ve ritüeli bir sembolden ziyade bir pratik olarak düşünerek, onu gerçekliği temsil etmeyen ancak onun üzerinde etkili olan özel bir metaforlaştırma pratiği olarak görmeyi öneriyor.
Liberal uluslararası düzenin hâlihazırdaki devlet merkezci, militarist ve sermaye güdümlü modeli, Antroposen’de karşılaşılan küresel çevresel tehditlerin ele alınması için gereken tedbirlerle uyumlu değil. Ancak Dahlia Simangan makalesinde, insan güvenliğine, küresel silahsızlanmaya ve alternatif ekonomik modellere öncelik veren yeniden yapılandırılmış veya gözden geçirilmiş bir yaklaşım aracılığıyla mevcut düzen içinde bu zorluklara etkili cevaplar bulunabileceğini öne sürmektedir. Barış ve hayatta kalma arayışlarını bir araya getirerek, demokrasi, insan hakları ve açık ekonomi gibi liberal değerler güncelleştirilebilir ve Antroposene daha uygun hâle getirilebilir. Ulusal hükümetler, ulus-altı kuruluşlar ve yerel topluluklar da Antroposen’de yaşamaya yönelik daha kapsayıcı ve eşitlikçi bir yaklaşım oluşturmak için küresel eylem ve yerel kapasite arasında köprü kurmada rol oynamalıdır.
Haftanın E-Kitabı
Data Feminism
[Veri Feminizmi]
Catherine D’Ignazio ve Lauren F. Klein
MIT Press, 2020 | Kitabı İndir
Creative Commons: CC BY-NC-ND 4.0
Günümüzde veri bilimi bir güç biçimidir. Adaletsizliği ortaya çıkarmak, sağlıklı yaşam sonuçlarını iyileştirmek ve hükümetleri devirmek için kullanılmaktadır. Ancak aynı zamanda ayrımcılık yapmak, polisi harekete geçirmek ve gözetlemek için de kullanılmaktadır. Bir yandan iyiye, diğer yandan da zarara yönelik bu potansiyel, şu soruyu sormayı gerekli kılıyor: Kimin tarafından yürütülen veri bilimi? Veri bilimi kimin için? Veri bilimi kimin çıkarlarını gözetiyor? Büyük veri ve veri bilimi etrafındaki anlatılar çoğunlukla beyaz, erkek ve tekno-kahramanlara özgüdür. Catherine D’Ignazio ve Lauren Klein, Veri Feminizmi’nde veri bilimi ve veri etiği hakkında yeni bir düşünme biçimi sunuyor — kesişimsel feminist düşünceden beslenen bir düşünme biçimi. Veri feminizmini uygulamalı olarak gösteren D’Ignazio ve Klein, erkek/kadın ikiliğine meydan okumanın diğer hiyerarşik (ve ampirik olarak yanlış) sınıflandırma sistemlerine meydan okumaya nasıl yardımcı olabileceğini gösteriyor. Örneğin, bir duygunun anlaşılmasının etkili veri görselleştirme hakkındaki fikirlerimizi nasıl genişletebileceğini ve görünmez emek kavramının otomatik sistemlerimizin gerektirdiği önemli insan çabalarını nasıl ortaya çıkarabileceğini açıklıyorlar. Ve verilerin neden asla ve asla “kendi adına konuşmadığı”nı gösteriyor.
YASAL UYARI: Bu kitabı indirip, okuyabilirsiniz. Etrafınızla paylaşabilirsiniz. Çalışmalarınızda atıfta bulubilirsiniz. Hiçbir şekilde ticari kaygı ve amaçla kullanamazsınız. Creative Commons koşulları altında dağıtılan bu açık erişim bir kitapların lisansa aykırı kullanımlardan sosyalbilimler.org sorumlu tutulamaz.
Kapatırken…
Türkiyede sosyal bilim odaklı yayıncılık hiçbir zaman kolay olmadı, bugün de değil. Bizlere bu meşakkatli yolda destek olmak isterseniz (abone değilseniz) e-posta bültenimize buradan veya aşağıdaki kutucuktan abone olabilir ve etrafınızdakilere bulten.sosyalbilimler.org üzerinden abone olmalarını dile getirebilirsiniz. Veya bu maili forward ederek aşağıdaki linke tıklayarak abone olmalarını sağlayabilirsiniz. Ve elbette Web, Twitter, Facebook, Instagram ve Telegram üzerinden bizleri takip edebilirsiniz. Haftaya pazar görüşmek dileğiyle!