Sosyal Bilimler Bülten #24
Kötü günleri geride bıraktık, şimdi sırada daha kötü günler var tadında bir T.S. Eliot dizesiyle başlıyoruz, yeni aya: “Nisan en zalim aydır, gövertir / Leylakları ölü toprakta, yoğurur / Anılarla istekleri, uyarır / Uyuşuk kökleri bahar yağmuruyla.”
— Çorak Ülke, Çev. Suphi Aytimur, Adam Yayınları, 1990.
Bültenin sonunda bir dizi kısa anket var, katılırsanız memnun olurum. Haydi başlayalım.
Talha Dereci, Genel Yayın Yönetmeni
Panoya Eklenenler
Hayat garip. Milano’da yaşayan gazeteci Anna Momigliano’nun yazısından öğreniyoruz ki; Dante Alighieri, İtalya’nın yeniden dirilen aşırı sağı için merkezi bir figür hâline gelmiş. Kökleri İtalya’nın faşist geçmişine dayanan bir partiye liderlik eden Başbakan Giorgia Meloni, Dante’yi koruyucu aziz olarak benimsemiş ve ondan “otantik İtalyan, otantik Hıristiyan” Kültür Bakanı Gennaro Sangiuliano ise “ülkemizdeki sağcı düşüncenin kurucusu” olarak bahsetmiş. Dante’nin aşırı sağ tarafından yüceltilmesi, ilk faşistlerin ulusal kimliğin bir sembolü, otoriter yönetimin bir kâhini ve gerici eğilimleri olan siyasi ve toplumcu bir yazar olarak gördükleri şaire olan takıntılarına kadar uzanmaktaymış. Dante’nin bu şekilde sahiplenilmesi 1921 yılında, üç bin faşist milis üyesinin “Ravenna yürüyüşü” sırasında Dante’nin mezarını işgal etmesiyle başlamış. Mussolini hükümeti daha sonra İlahî Komedya'yı okullarda zorunlu hale getirmiş ve eseri Yahudilere yönelik zulmü meşrulaştırmak için kullanmış. Dante aşırı sağ tarafından benimsenmiş olsa da, bilim insanları bunun şairin kendisiyle ilgili gerçeklerden ziyade bir tür yansıtma / yönlendirme meselesi olduğunu savunuyor. Onlara göre Dante’nin eşcinsellik ve antisemitizm gibi konulardaki görüşleri kendi dönemi için ilericiydi ve siyasi yazıları modern totaliter ideolojilerle eşleştirilemez. Bununla birlikte, aşırı sağın sembollere olan ihtiyacı, gerçek bir kültürel projenin yokluğunu telafi etmek için Dante’nin sürekli olarak sahiplenilmesine yol açmış.
Sembollere ihtiyaç, kültürel iktidarı kuramamak, bunun telafisi için bir takım edebiyatçılara sarılmak. Tanıdık gelmedi mi?
Uzun aradan sonra Gibi başladı, özlemişiz. Şairin “kimselerin vakti yok / durup ince şeyleri anlamaya” demesi gibi, zaten nadiren gördüğümüz inceliklere bir yenisi daha eklenince sahiden mutlu oluyoruz. S04B01’den kısa bir videoyu buraya bırakırken bölüme dair yorumlarımı dile getirmeliyim. Ve elbette bölümü izledikten sonra okumanızı tavsiye ederim.
Bir girdabın eşiğinde debelenen insan, esaslı mutluluklardan belli belirsiz anksiyete hâllerine yol alırken, narsisizmin derin sularında öz saygısını kaybeden ve adım adım varlığını yitirir. “Anlatılan senin hikâyen,” diyenler çıkabilir ama en çok da uzunca bir süredir maruz kaldığın hikâyedir. Şişirilmiş özdeğer duygusunun yanı başında aşırı güvenin hüküm sürdüğü, basit olaylar karşısında dahi potansiyel sonuçları düşünmeksizin riskli kararlar almanın kaçınılmaz olduğu sahneler silsilesi gözler önüne serilir. İnsan ki; etrafında dalkavukların fısıldadığı övgülerle, en küçük sitemlere dahi karşı çıkamaz, iradesini yitirir ve kendini yönetemez hâle gelir. Yalnızca kendi ihtiyaç ve arzularıyla yoğrulmuş böylesi insan, şüphesiz başarısızlığı da kabullenemez ve yaşadıklarından çıkaracak bir ders de bulamaz. Böylece, hayatın akışına uyum sağlayamaz ve içinde bulunduğu fanusu daha da izole eder. Artık girdabın dibi görünmektedir. İşin trajik yanı, İlkkan’ın hayatında gerçeklerle yüzleşmesine yardımcı olabilecek, onu aydınlığa kavuşturabilecek dostları vardır ve bu sayede bir kurtuluş umudu doğar. Gelgelelim acaba, kabuslarımızın son bulmasını sağlayacak, başımızdaki en övüleni uyandıracak, dost görünümlü kurtarıcılar bir gün ortaya çıkacak mıdır? Bu soru, karanlık bir koridorda kaybolan umutlarımızın ardından sürüklenirken, geleceğin belirsizliğine karışarak – çoğu kez - cevapsız kalır.
Akademik Dünyadan Gündemler
Son yıllarda Türk dış politikası belirgin bir şekilde militarizasyona doğru kaymıştır. Ülke önde gelen bir silah ihracatçısı hâline gelmiş, hem bölgesel hem de uluslararası alanda askeri üsler kurmuş ve Suriye ve Libya’daki çatışmalara aktif olarak katılmıştır. Akademik araştırmacılar, Türkiye’nin dış politikasındaki bu artan askeri atılganlığın olası açıklamaları olarak kimlik ve uluslararası sistem teorilerine işaret etmiştir. Ancak Kansas Eyalet Üniversitesi, Siyaset Bilimi Bölümü’nden Sabri Çiftçi’nin çalışması, itici bir güç olarak iç ekonomiye odaklanarak alternatif bir bakış açısı sunmaktadır. Ulusal zenginlik, gelişen savunma sanayi ve muhafazakâr burjuvazi ile siyasal İslamcılar arasındaki koalisyon gibi faktörlerin dış politikadaki bu değişimin arkasındaki başlıca katalizörler olduğu ileri sürülmektedir. Türkiye'nin ekonomik gelişimi ve savunma sanayisinin ekonomik ve bürokratik kollarının tarihsel yörüngeleri incelendiğinde, iş dünyası ve siyaset arasındaki karmaşık etkileşimlerin yanı sıra savunma sanayi şirketlerinin ticari çıkarlarının da askeri atılganlığı teşvik etmede etkili olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu iç ekonomi çerçevesi, kimlik ve uluslararası sistem teorilerinden elde edilen kavrayışları tamamlamakta ve Türk dış politikasının son dönemdeki militarizasyonunu anlamamıza önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır.
Makalenin sonuç bölümünden bir pasaj:
Türk savunma sanayinin gelişimi, gücünü kârlı çatışmalar başlatmak için kullanan tam ölçekli bir askeri-endüstriyel kompleksin varlığına işaret etmek zorunda değildir. Suriye’deki askeri operasyonların yalnızca savunma sanayi şirketlerinin ticari çıkarlarından kaynaklandığını kesin bir şekilde iddia edemeyiz. Bununla birlikte, ulusal servetin genişlemesi ve özel bir iş dünyası-hükümet ilişkileri kümelenmesi, dış politika kararlarında ekonomik çıkarların ağırlığını arttırmıştır. Farklı coğrafyalarda askeri yeteneklerin sergilenmesi, İslamlaştırma ya da eski Osmanlı topraklarını genişletilmiş bir Türk devletine katma arzusundan çok, Türk savunma ürünlerinin ticari çıkarları ve pazar genişlemesiyle ilgilidir. Aksi takdirde, Türkiye insansız hava araçlarını Polonya ve Ukrayna’ya satmaz ya da çoğu muhtemelen Osmanlı, İslam ve Türk kimlikleriyle ilgili jeopolitik tahayyüllerin dışında kalan Avrupa ve çok sayıda Afrika ülkesine pazarlamaya çalışmazdı.
Batı Avrupa’da sağ popülistlerin yükselişi sıklıkla öfkeyi kışkırtmak için sosyal medya olanaklarından yararlanma kapasiteleri ile ilişkilendirilmiştir. Mevcut araştırmalar popülist sağın çevrimiçi iletişiminin duygusal yönünü incelemiş olsa da, “öfke tetikleyici iletişim” olarak adlandırılan şeyin harekete geçirici etkinliğine ilişkin ampirik kanıtlar yetersiz kalmaktadır. King’s College’dan Paolo Gerbaudo ve meslektaşları makalelerinde, 2019 Avrupa Birliği seçim kampanyası sırasında İtalya, Fransa, İspanya ve Almanya’daki sağ popülistlerin Facebook sayfalarının istatistiksel ve konu analizini yaparak bu konuyu araştırmaktadır. Bulgular, (a) Facebook’taki sağ popülistlerin siyasi rakiplerine kıyasla gönderi başına önemli ölçüde daha fazla “Öfkeli” tepki aldığını; (b) Öfkeli tepki sayısı ile bir gönderinin paylaşılma sayısı arasında pozitif ve anlamlı bir korelasyon olduğunu; ve (c) Öfkeli tepkiler ve paylaşımların göç ve güvenlikle ilgili gönderilerde orantısız bir şekilde görüldüğünü, ancak öfke odaklı harekete geçirmenin bu konuların ötesine geçtiğini ortaya koymaktadır. Bu sonuçlar sosyal medya, duygusal iletişim ve popülizme ilişkin akademik anlayışı geliştirmekte ve negatif kampanyaların harekete geçirici etkinliğine dair içgörüler sağlamaktadır. Makale, özellikle göç ve güvenlik gibi tartışmalı konularda halkın öfkesini kışkırtmanın, insanların motivasyon gücünü artırdığı ve sosyal ağlarda paylaşım gibi yüksek eşikli etkileşimleri tetiklediği için etkili bir taktik olduğu fikrinin altını çiziyor. Bu etkileşimler de siyasi mesajların yayılmasında viralliğe ulaşmak için kritik öneme sahiptir.
Türkiye’de bu yöntemi kullanan parti ve ittifaklar malûm. Dijital platformlardaki “etkin” olma durumunun sahaya o denli yansımadığı imza toplama aşamalarında az çok anlaşıldı. Yine de bu etkinliğin nelere yol açacağını önümüzdeki seçim süreci gösterecektir.
Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu’ndan Medikal Antropolog Simon Cohn ve meslektaşlarının kaleme aldıkları makale, tıp uzmanlarının yaşamlarının sonuna yaklaşan bireylere nasıl baktıklarına ve ölüm deneyimini hafifletmek için çeşitli teknolojilerin artan kullanımına odaklanmaktadır. Hastaların iyileşemeyeceği kabul edildiğinden, biyomedikal uygulamaların çoğunun altında yatan yaşamı korumaya yönelik baskın değer, yaşamın son aşamalarını mümkün olduğunca tatminkâr ve anlamlı kılmaya yönelik bir taahhütle yan yana getirilmektedir. Yazarlar, Londra’nın merkezindeki palyatif bakım etnografisinden örnek vakalara dayanarak, bu karşıt önceliklerin farklı hasta algılarını nasıl inşa ettiğini incelemektedir. Makale, iki farklı uygulama alanı ortaya koymaktadır: Birincisi insan yaşamına yönelik bakıma odaklanırken, ikincisi hastaların daha geniş bir dünya ile sosyal bağlantılarını destekleyen ve sürdüren bir kişilik kavramını benimsemektedir. Bu kavramlar hastanın farklı sınırlarını çizer ve sağlık personeli, hastalar ve ilgili diğer kişiler için en uygun hareket tarzının belirlenmesine yardımcı olabilir. Verilen örnekler, bu iki repertuarın yaşam sonu bakımı sırasında gerilim içinde ortaya çıkabilmelerine rağmen, asla tamamen çelişkili olmadıklarını göstermektedir. Yazarlar, çağdaş posthuman ve insandan-daha-fazlası tartışmalarına eşlik etmesi için kişisellik kavramının yeniden vurgulanmasını savunmakta, böylece yalnızca maddeselliğe odaklanmanın ötesine geçen “daha-fazlası” yönünün dikkate alınmasına olanak tanımaktadır.
Haftanın E-Kitabı
Dostoevsky at 200: The Novel in Modernity
[Dostoyevski 200 Yaşında: Modernitede Roman]
Editör: Katherine Bowers & Kate Holland
University of Toronto Press, 2021 | Kitabı İndir
Creative Commons: CC BY-NC-ND 4.0
Dostoyevski’nin doğumunun 200. yılını anan Dostoevsky at 200, yazarın sanatını -özellikle de deneyim ve biçimsel temsil arasındaki gerilimi- ana izlek olarak ele alıyor. Dostoyevski’nin eserlerine yönelik pek çok eleştirel yaklaşım tinsel ve felsefi ikilemlerle ilgilenirken, bu kitap Dostoyevski’yi ve romanı çok çeşitli açılardan incelemek için tasarım ve anlatı sorunlarına odaklanıyor. Kitaba katkıda bulunanlar, Dostoyevski’nin anlatı, olay örgüsü, tür, karakterizasyon ve romanın kendisine ilişkin biçimsel tercihlerini modernite içinde konumlandırıyor ve modernite deneyiminin Dostoyevski’nin biçimle özel olarak ilgilenmesine nasıl yol açtığını ele alıyor. Dostoyevski araştırmalarında yeni yönelimler üzerinde çalışan genç araştırmacılar için bir forum olarak tasarlanan bu kitap, anlatı ve türün Dostoyevski’nin eserlerini nasıl şekillendirdiğini ve modernliğin temsil edilme biçimini nasıl etkilediğini soruyor. Yalnızca Rus edebiyatı okurlarının ve araştırmacılarının değil, daha geniş anlamda roman türünü merak edenlerin de ilgisini çekecek olan kitap, Dostoyevski’nin bir biçim olarak romana katkısı sorusuna yaklaşımıyla ufuk açıcıdır.
YASAL UYARI: Bu kitabı indirip, okuyabilirsiniz. Etrafınızla paylaşabilirsiniz. Çalışmalarınızda atıfta bulubilirsiniz. Hiçbir şekilde ticari kaygı ve amaçla kullanamazsınız. Creative Commons koşulları altında dağıtılan bu açık erişim bir kitapların lisansa aykırı kullanımlardan sosyalbilimler.org sorumlu tutulamaz.
Sosyal Bilimler Sinema
DİKKAT SPOİLER İÇERİR
Moonstruck, Brooklyn’de yaşayan ve erkek arkadaşı Johnny ile evlenmek üzere olan Loretta’nın hikâyesini anlatan, 1987 yapımı bir romantik komedi filmi. Johnny ölmek üzere olan annesini ziyaret etmek için şehirden ayrılmak zorunda kalınca, Loretta, Johnny’nin arasının açık olduğu küçük kardeşi Ronny’yi düğüne davet etmekle görevlendirilir. Bu durumu aşk, aile ve İtalyan-Amerikan kültürü temalarını işleyen fırtınalı bir romantizm izler. Film, esprili senaryosu, birinci sınıf performansları, güzel müzikleri ve kültürel geleneklerin otantik tasviriyle tanınıyor.
Sosyal Bilimler Gastronomi
Bu haftaki durak İran mutfağından; Khoresh-e-Fesenjan: Nar pekmezi, ceviz ve tavuk ya da ördekle yapılan geleneksel bir İran yahnisi. Sos yoğun ve keskin olup nar pekmezinden gelen hafif tatlı bir tada sahiptir. Genellikle basmati pirinci üzerinde servis edilir ve nar taneleri ile süslenir. Bunun yanına da zengin ve meyvemsi tadıyla bilinen şiraz üzümünden yapılan popüler bir İran şarabı olarak Şiraz Kırmızı Şarabı. Şaraptaki tanenler Khoresh-e-Fesenjan’ın yoğunluğunu kesmeye yardımcı olurken, şarabın meyvemsiliği yemeğin şekerli tadını tamamlayacaktır.
Anket
Bülten işi kolay değil, bazı bölümlerine ağırlık vermek bazılarını da yer yer geri plana çekmek gibi bir niyetim var. Zaten en başından beri bülteni takip edenler özellikle sinema ve müzik kısmını yer vermediğimi veya kitap kısmını es geçtiğimi görecektir. Şimdi bir soru:
İkinci bir anket:
Ve son olarak bu bültenin üslup ve yöntemini koruyacak nitelikte fakat yalnızca Türkiye gündemini odağına alan ayrı bir e-bülten yayımlanırsa;
Sosyal Bilimler Çevirmenlik Başvurusu
Sosyal Bilimler kurulduğu günden beri gönüllük esasına göre çalışan ve içerik üreten bir web sitedir. Bu içerik üretiminin sürdürülebilirliği için süre kısıtlaması bulunmaksızın gönüllü çevirmenlerin başvurularına açıktır. Sosyal Bilimler bünyesinde çeviri yapmak isterseniz şayet buradan başvuru yapabilirsiniz.
Kapatırken…
Türkiyede sosyal bilim odaklı yayıncılık hiçbir zaman kolay olmadı, bugün de değil. Bizlere bu meşakkatli yolda destek olmak isterseniz (abone değilseniz) e-posta bültenimize buradan veya aşağıdaki kutucuktan abone olabilir ve etrafınızdakilere bulten.sosyalbilimler.org üzerinden abone olmalarını dile getirebilirsiniz. Veya bu maili forward ederek aşağıdaki linke tıklayarak abone olmalarını sağlayabilirsiniz. Ve elbette Web, Twitter, Facebook, Instagram ve Telegram üzerinden bizleri takip edebilirsiniz. Haftaya pazar görüşmek dileğiyle!