Sosyal Bilimler Bülten #32
Sonsuz uyaranlar tarafından kuşatıldığımız ve kulakları sağır eden onca yaygara karşısında sığınağımızı belki de kayıtsızlık izleğinde bulabiliriz. Hâliyle neye kayıtsız kalacağımızı seçmek yaptığımız en önemli seçim olabilir. Kulak kesildiğimiz ve sağır olduklarımızla, kaldığımız yerden.
Üç haftalık aradan sonra, Sosyal Bilimler’in otuz ikinci bülteni.
Talha Dereci, Genel Yayın Yönetmeni
Panoya Eklenenler
Mola verdiğimiz üç haftalık arada yaptığımız şeylerden bahsedeyim:
Bültenlerin birinde dile getirmiştim, uygulamalı etik, ahlaki psikoloji ve biyoetik alanlarına yaptığı önemli katkılarla tanınan İngiliz filozof Jonathan Glover’ın önemli metni Ölüme Sebep Olma ve Hayat Kurtarma kitabı Akademim Yayınları’nın felsefe dizisinden yayımlandı. Editörlüğünü yaptığım kitap, yaşam ve ölümü sarmalayan karmaşık ahlaki ve etik soruları ustalıkla irdeliyor. Glover, okurları ötanazi, kürtaj, intihar, idam cezası ve savaş gibi konuların ardındaki inceliklere yönelik düşünmeye sevk eden bir yolculuğa çıkarırken, hayat kurtarmanın ahlaki yükümlülüklerini de ele alıyor. Titiz bir analiz ve insan deneyimlerine duyarlılığın kendine özgü uyumuyla çağdaş ahlak felsefesinde ufuk açan bu kitap; önyargıları yeniden değerlendirmeye ve insanın varoluşunu tanımlayan ahlaki ikilemler hakkında anlamlı bir diyaloğa girmeye davet ediyor. Murat Öznaneci ve Dilşad Karakurt İngilizce aslından çevirdi.
Fransız filozof ve şair Jean-Marie Guyau’nun doğa, insanlık durumu, varoluşun karmaşası, yaşam, etik, estetik ve güzellik meselelerine temas ettiği şiirleriyle okuru insan deneyiminin ve felsefi soruşturmanın farklı katmanlarına yolculuğa çıkardığı Bir Filozofun Dizeleri kitabı Gülay Oktar’ın Fransızca aslından çevirisi ve benim yayıma hazırlamam ile Akademim’in Edebiyat dizisinde yayımlandı.
Kas fizyolojisi, hayvan davranışı ve yaşam sibernetiği alanlarında çalışmış Alman-Baltık kökenli biyolog, filozof ve yirminci yüzyılın en önemli hayvanbilimcilerinden biri ve aynı zamanda biyosemiyotiğin öncüsü olan Jakob Johann von Uexküll’ün ekolojik düşüncenin kurucusu kabul edilen İnsanların ve Hayvanların Dünyasında Gezintiler başlıklı metni Almanca aslından Mehmet Göçmen’in çevirisi ve benim de editörlüğümde hazırlanan metin Akademim’in Bilim dizisinde yayımlandı ve söz konusu metin tam anlamıyla alanın klasiği. Uexküll bu metinde her canlının yalnızca kendisine, onun deyimiyle, Umwelt’ine ait bir mekânı ve buna karşılık gelen bir zamanı olduğu fikrini dile getiriyor. Bunun sonucunda Agamben’in ifadesiyle, insanmerkezci bakış açısının terk edilmesi ve doğa imgesinin insan ölçütünden arındırılmasının önü açılmış; Deleuze ve Guattari’nin tespitiyle dünyayı anlama ve onunla etkileşime geçmedeki alışıldık yöntemleri sarsacak radikal bir potansiyel ortaya çıkmıştır. İnsan öznelliğinin, insanın yerleşik sınırlarını kıran yeni bağlantıların ve ilişkilerin yaratılması yoluyla genişletildiği ve dönüştürüldüğü izlek de buradan başlamıştır. Hayvan algısı ve bilişine dair anlayışı derinden sarsan bu metin teorik biyoloji, felsefe, etoloji ve bilişsel bilim gibi bir dizi disiplin üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur.
Uzun aradan sonra Pasajlar Sosyal Bilimler Dergisi’nin yeni sayısı yayımlandı. Ahmet Dağ ile sayı editörlüğünü yaptığım 11. sayıda “Transhümanizm” temasına odaklandık. Arşivlik bir çalışma olan bu sayıda çalışması yer alan isimler: Can Batukan, Başak Ağın, Julian Huxley, Hava Tirosh-Samuelson, José Cordeiro, Ali Han Babuççu, Roland Benedikter ve Katja Siepmann, Natasha Vita-More, Sinem Öndeş, Duygu Küçüköz Aydemir, Ali Köse, Taner Atmaca.
Bir aksilik olmazsa bir sonraki bültende matbaaya gönderdiğimiz kitaplardan bahsedeceğim.
Yapay zekânın yaptığı bir filmi izlemek ister misiniz? Bugün bir kısa film izlesem fena olmaz derseniz buyrun! The Frost’un arkasındaki Detroit merkezli video yaratım şirketi Waymark’tan Stephen Parker, “Fotoğrafik gerçeklik arzusuyla savaşmayı bıraktığımız ve DALL-E'nin yarattığı tuhaflığa meyletmeye başladığımız bir noktaya geldik” diyor.
The Frost, her bir karenin imaj yaratan bir yapay zekâ tarafından oluşturulduğu 12 dakikalık bir film. Bu tuhaf yeni türün şimdiye kadarki en etkileyici -ve tuhaf- örneklerinden biri. Filmi MIT Technology Review’dan özel bir gösterimle buradan izleyebilirsiniz.
The Frost’u yapmak için Waymark, filmi yöneten şirkette baş yapımcı olan Josh Rubin tarafından yazılan bir senaryoyu ele aldı ve OpenAI’nin görüntü oluşturma modeli DALL-E 2 ile çalıştırdı. Modelin istedikleri tarzda görüntüler üretmesini sağlamak için bir süre deneme yanılma yöntemiyle çalıştıktan sonra film yapımcıları her bir çekimi oluşturmak için DALL-E 2’yi kullandı. Ardından, hareketsiz görüntülere hareket ekleyebilen bir yapay zekâ aracı olan D-ID’yi kullanarak bu çekimleri canlandırıp, gözlerin kırpılmasını ve dudakların hareket etmesini sağladılar.
“Dopamin Detoksu” diye bir kavram bir süredir piyasada dolaşıyor, özellikle kişisel gelişim çevrelerinde popülerlik kazanmış bir terim. Bu çevrelere her zaman ihtiyatla yaklaşmak gerektiğini akılda tutmak kaydıyla birkaç husus.
Bu kavram, beynimizin sosyal medya, abur cubur, video oyunları ve daha fazlası gibi anlık haz tetikleyicileriyle dolu günümüz ortamları tarafından aşırı uyarılması esasına dayanmaktadır. Ardı arkası kesilmeyen “Instagram hikâyesi” izleme böyle bir şey muhtemelen. Söz konusu uyarıcıların beynimizin, hazzı hissetmemizde rol oynayan bir nörotransmitter olan dopamin üretmesine neden olduğuna inanılıyor. İnanılıyor dememi ilerleyen satırlarda dile getireceğim.
Kavram, bu tür haz verici uyaranlara sürekli maruz kalmanın beynimizi dopamine karşı duyarsızlaştırdığını ve aynı düzeyde haz hissetmek için bu uyaranlara giderek daha fazla ihtiyaç duymamıza neden olduğunu öne sürüyor. Bu soruna bir çözüm olarak önerilen “Dopamin Detoksu,” bu aşırı uyarıcı faaliyetleri azaltarak veya ortadan kaldırarak, kişinin beyninin ödül sistemini “sıfırlayabileceğini” ve daha basit ve daha üretken görevleri daha tatmin edici bir hâle getirilebileceğini savunuyor.
Herhangi bir şeye aşırı maruz kalmanın bir tür duyarsızlaşmaya yol açabileceği doğru olsa da dopamin detokslarının arkasındaki bilimsel temelin yeterince sağlam olmadığını belirtmek önemli. Şu anda bir dopamin detoksunun beyninizin ödül sistemini genellikle tanımlandığı şekilde gerçekten “sıfırlayabileceği”ne dair bilimsel bir fikir birliği yok.
Dopamin detoksu gerçekten davranış ve mutluluk üzerinde uzun vadeli değişikliklere yol açabilir mi? TIME’dan Haley Weiss, dopamin detoksunun bireylerin güvendikleri tetikleyicileri tanımalarına ve davranışları hakkında daha bilinçli seçimler yapmalarına yardımcı olabileceğini öne sürmekle birlikte, beyin kimyasının karmaşık olduğu ve dopaminin mutluluğa katkıda bulunan birçok nörokimyasaldan yalnızca biri olduğu da belirtiyor. Bu nedenle, dopamin detoksu tek başına davranış ve mutlulukta uzun vadeli değişikliklere yol açmayabilir. (Zaten mutluluk da bu denli nihai amaç olmamalı insanın yaşamında.) Bununla birlikte, böylesi bir detoks kendi kendine düşünme için yararlı bir araç olabilir ve bireylerin zaman içinde daha sağlıklı alışkanlıklar geliştirmelerine yardımcı olabilir.
Bir süre anketlerde “emin değilim”cileri, “fikrim yok”cuları ve topyekûn “kararsız”ları görmek istemiyorum. Arafta olmanın cazibesi ve verimliği de bir yere kadar!
Akademik Dünyadan Gündemler
Donya Alinejad ve José Van Dijck’in kaleme aldığı makalede, medyada iklim değişikliği haberlerinin değişim süreci ve dijital medyanın iklim meseleleri ile ilgili olarak kamusal iletişimdeki rolü ele alınmaktadır. Metinde, dijital medya platformlarının iklim bilimi iletişimi için geleneksel olmayan kitlelere ulaşma olanakları sunmasına rağmen, birçok bilim insanının Twitter üzerinden önemli bir takipçi kitlesi oluşturmanın ve bu platformu kamuoyu katılımı için etkili bir şekilde kullanmanın zor olduğu ifade edilmektedir. Platformlar yanlış bilgi yaymak için kullanılabildiğinden ve kamu kurumlarının güvenilir bilginin aktarılmasındaki rolünü zayıflattığından, akademisyenler toplumdaki platform dinamiklerini giderek daha fazla eleştirmektedir. Medya ortamı, bilim uzmanlarının kendi bilim iletişimi çabalarını nasıl algıladıklarını şekillendirmektedir; zira bilim uzmanlarının “hayali halk” kavramı, gazetecilerle doğrudan temas deneyimleri ve konularının haber medyasında nasıl ele alındığını görmeleriyle şekillenmektedir.
Richard Watson ve Michael Levin’in makalesi, kolektif zekâ kavramını ve bireysel zekâ ile ilişkisini incelemektedir. Yazarlar kolektif zekânın basitçe bireysel zekâların bir araya gelmesinden ibaret olmadığını, daha ziyade bir kolektifin üyeleri arasındaki işlevsel ilişkilerden meydana geldiğini savunmaktadır. Buna ek olarak, kolektif ve bireysel zekâ çalışmalarını birleştirmek için kavramsal bir çerçeve önerip bu alanda gelecekte yapılacak araştırmaların evrimsel biyolojiden yapay zekâya kadar çeşitli alanlar üzerinde etkileri olabileceğini öne süren Watson ve Levin, makalede ayrıca kolektiflerin evrimsel birimler olarak kabul edilme potansiyeli tartışılmakta ve kolektif zekânın ortaya çıkmasını sağlayan mekanizmaların belirlenmesi için daha fazla araştırma yapılması gerektiği vurgulamaktadır.
Haftanın E-Kitabı
Rebecca R. Falkoff, Possessed: A Cultural History of Hoarding’te bir zamanlar ekonomik rasyonalite paradigması olan istifçiliğin nasıl bir akıl hastalığı olarak tanımlandığını soruşturuyor. İstifçilik, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin DSM-5’inde yer alan bozukluklar arasında benzersiz bir yere sahip, zira teşhisi için maddi bir varlığın, yani istifin varlığı gerekiyor. Bu nedenle Possessed, istifçiliği nesnelerin anlamı ya da değeri hakkındaki çatışan bakış açılarının ürettiği estetik bir nesne olarak değerlendirmektedir. 2000’li yıllar, istifçiliğe ve sahip oldukları şeyler yaşam alanlarını dolduran kişilere yönelik kültürel ilginin arttığı bir dönem olmuştur. Külçe ya da tahıl stoklarına odaklanan geleneksel ekonomik istifçiliğin aksine, çağdaş istifçilik çok az değeri ya da faydası olan ya da hiç olmayan nesnelerin biriktirilmesiyle sonuçlanır. Nikolai Gogol, Arthur Conan Doyle, Carlo Emilio Gadda, Luigi Malerba, Song Dong ve E. L. Doctorow’un eserleri de dahil olmak üzere bir dizi edebi ve görsel metinde istifçilik temalarını ve yapılarını analiz eden Falkoff, günümüzün endişeli maddeselliğini modernitenin dağınık mekânlarına kadar takip ediyor: bibliyomanların kütüphaneleri, bit pazarları, suç mahalleri, toz yığınları ve dijital arşivler. Possessed, istifçi figürünün nasıl modernitenin ekonomik, epistemolojik ve ekolojik koşullarını temsil eder hâle geldiğini gösteriyor.
Cornell University Press, 2021 | Kitabı İndir
Creative Commons: CC BY-NC-ND 4.0
YASAL UYARI: Bu kitabı indirip, okuyabilirsiniz. Etrafınızla paylaşabilirsiniz. Çalışmalarınızda atıfta bulubilirsiniz. Hiçbir şekilde ticari kaygı ve amaçla kullanamazsınız. Creative Commons koşulları altında dağıtılan bu açık erişim bir kitapların lisansa aykırı kullanımlardan sosyalbilimler.org sorumlu tutulamaz.
Destek Ver
Gerek bu bültenlere gerekse de Sosyal Bilimler bünyesinde verdiğimiz evladiyelik emekler için, Türk lirası cinsinden tek seferlik veya aylık olarak bizi Kreosus üzerinden destekleyebilirsiniz.
Kapatırken…
Türkiyede sosyal bilim odaklı yayıncılık hiçbir zaman kolay olmadı, bugün de değil. Bizlere bu meşakkatli yolda destek olmak isterseniz (abone değilseniz) e-posta bültenimize buradan veya aşağıdaki kutucuktan abone olabilir ve etrafınızdakilere bulten.sosyalbilimler.org üzerinden abone olmalarını dile getirebilirsiniz. Veya bu maili forward ederek aşağıdaki linke tıklayarak abone olmalarını sağlayabilirsiniz. Ve elbette Web, Twitter, Facebook, Instagram ve Telegram üzerinden bizleri takip edebilirsiniz. Haftaya pazar görüşmek dileğiyle!