Sosyal Bilimler Bülten #17 (Deprem)
Öfkemizi bir türlü dindiremediğimiz, kendimizi hiç bu kadar çaresiz ve değersiz hissetmediğimiz, durup durup gözyaşına boğulduğumuz, hınç ve intikam ile dayanışma ve merhamet duygularını ardısıra yaşadığımız ve en çok da öldüğümüz zamanlar…
12 Şubat 2023.
Yaşadığımız depremi anlatmanın birçok yolu var, aslında herkes kendi dünyasından ve “iyi olduğunu düşündüğü” alandan ya da mesleki formasyonundan yola çıkarak konuşuyor. Duyguların tarifi kolay değil ve yalnızca duyguların tarifi üzerinden bir anlatım çoğu kez yaşananları ve hakikati gölgeleyebiliyor. Böylesi kriz zamanlarında sözü uzatmadan olanı olabildiğince dile getirmek daha elzem gözüküyor. Bu şekildeki bir anlatım çoğu kez gazetecilik olarak da görülebilir. Nasıl görüldüğü de bir yerden sonra pek önem arz etmiyor gibi.
Burada olanı olduğu gibi söylemeye gayret edeceğiz. Bunu yaparken, buraya sığdıramayacağımız hususlar ve daha fazlası için kimi bağlantıları da yazıya ekleyeceğiz.
Sebebi her ne olursa olsun, yeterli hızda ve organize olmuş biçimdeki müdahalede geç kalındı. Özellikle ilk iki gün (ki en kritik zamanlar) depremzedelerin kameralara yansıyan sözleri, ruh hâlleri, tepkileri, çaresiz ve yalnız kalışları bu durumu açıklıkla gösteriyor. Ve hatta 150. saatte dahi enkaz altından canlı çıkmayı başaranları gördükçe bu geç kalınmışlık daha da belirginleşiyor. Demek ki ilk 48 saatte neler yapılabilirdi.
Bu geç kalınmışlığın en önemli sebeplerinden birinin afet konusunda yönetim ve organizasyonun ehil olmayan yöneticilere verilmesi ile ilgili olduğu açık. Yani apaçık bir liyakat ve nepotizm meselesi. AFAD’ın Afetlere Müdahale Genel Müdürü’nün özgeçmişi konuyu anlamak açısından oldukça sarih bir örnek olarak karşımızda —hatta yazdığı kitap da bize çok şey anlatabilir.
Sebepler konusunda Bekir Ağırdır’ın derli toplu bir analizi var. İktidara yönelik 4 temel mesele var diyor:
Hemen her konuda bilimdışılık
Bürokrasi ve liyakat(sızlık)
Merkezîleşme, merkezîleştirme ve denetim altında tutma arzusu
Partizanlık ve kamuoyunu da buna dayatmaya çalışmak
Bu dört maddeyi anlattığı kısa bir video (3 dk.) buradan izlenebilir. İlgili videonun yer aldığı programın tamamı da burada.
Ağırdır’ın katıldığı başka bir programda dikkat çektiği bir husus var ki onun da kıymetli olduğunu düşünüyoruz:
Kabul edelim ki cumhuriyetin demokrasiyle imtihanında sınıfta kaldık. Yalnızca devlet değil, toplum da yurttaşlar da siyaset de bu imtihanda sınıfta kaldık.
Ağırdır’ın neden böyle bir şeyden bahsettiğini anlattığı videoyu da buradan (2 dk. 40 sn.) izlemeniz mümkün. Ağırdır bu konudaki görüşlerini daha derli toplu olarak Oksijen’deki köşesinde yazdı. Okumak isteyenler için ilgili sayfayı buraya ekledik. Vurgular bize aittir.
Sebepler meselesi ile ilişkili olarak bir başka husus da var ki, hemen her afet ve kazadan sonra sözü kadere ve fıtrata getirip, şehitlik mertebesine yükseltme tutumudur. Örneklerini çok kez gördüğümüz bu tutum elbette bu depremi de es geçmedi. Kader dışında hemen her şekilde açıklanabilecek bu olay için “kader planının içerisinde olan şeyler” demek en azından bir kamu yöneticisinden beklenilen bir söylem olamaz. Zira Kemal Can, katıldığı bir programda bu konuyu oldukça isabetli bir biçimde anlatıyor:
Kamu görevlisinin sorumluluğu bunun kader olduğunu ikna etmek değildir. Bu psikiyatristlerin, din görevlilerinin işi olabilir ama kamu görevlisinin görevi bu insanların [depremzedelerin] bunu yaşamamaması sağlamak, yaşadıkları anda da gidermektir.
Kemal Can’ın bu konudaki görüşlerini buradaki videodan (2 dk. 59 sn.) izleyebilirsiniz. O kadar ki rejimin bilindik simalarından Nihat Hatipoğlu bile bu duruma itiraz etmiş:
Bilim adamlarının sözü, bizim için dini bir emir gibidir. Geçmişte dinlemediğimiz için başımıza felaket gelmişse bunu kaderle ifade etmeyeceğiz. Kader bu değil, kader akıllı düşünmektir, kader tedbir almaktır.
Tabi işin en önemli ve daha çok teknik olarak görülen ve fakat bunun da pekâlâ politik olan (olması gereken) yanı kaçak yapı ve imar affı (barışı) konusu. İmar barışı, imar mevzuatına veya ruhsata aykırı yapılara, yapı kayıt belgesi verilmesi demek ve bu, kaçak yapılaşmanın en önemli teşvik unsurlarından birisi. Denetimden geçmeyen yüz binlerce bina depremde yıkılmaya adaydı ve “[imar barışı] denetimsiz kaçak yapıların devlete para verilerek yasallaşması anlamını taşıyor[du].”
Buğra Gökçe’nin paylaştığı verilere göre, 2018’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde çıkarılan imar affında Türkiye çapında 3 milyon 152 bin yapı kayıt belgesi verilmiş ve depremin etkilediği 10 ilde imar affı kapsamında verilen yapı kayıt belgesi sayısı 294 bin 166 imiş. Bu durumun yansıması sahalarda şöyle dile getirilmiş:
TMMOB Şehir Plancıları Odası Genel Sekreteri Gencay Serter bu durumu şöyle açıklıyor:
1999 Marmara Depremi sonrasında kentlerin planlanmasından başlayarak yapıların projelendirilmesi, ruhsatlandırılması, inşa edilmesi ve tüm bu süreçlerin denetlenmesine yönelik elde edilen kazanımlar “imar barışı” ile bir anda zarar görmüş ve dayanıksız yapı stokunun dönüştürülmesi beklenirken yasallaştırılarak kullanılmasına devam edilmesi teşvik edilmiştir.
Hâl bu. Tabi 2023 seçimleri öncesinde de bu mesele gündeme geldi. Mustafa Destici tarafından TBMM’ye 25 Temmuz 2022’de sunulan “İmar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” TBMM Başkanlığı tarafından 11 Ekim’de komisyona sevk edildi. Destici’nin teklifinin özeti şöyle:
Teklif ile; ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması amacıyla Yapı Kayıt Belgesi başvuruları için daha önce belirlenmiş sürelerin uzatılması ve daha önce bu sürelerden kaynaklı belgeleri iptal edilenler hakkında tesis edilen idari işlemlerin ve para cezalarının iptal edilmesi amaçlanmaktadır.
Bakalım bu teklif meclisten geçecek mi? Bu konuyla ilgili bir reklam videosu var: “Devletten vatandaşa uzatılan bir şefkat eli… Devlet vatandaşı ile helalleşiyor.” Ortada kanun yokken kanunun propagandası var. Denk gelmediyseniz buradan izleyebilirsiniz. Gerek yok demeyin, izleyin ve unutmayın.
Tabi mesele yalnızca imar affı değil. Deprem yönetmeliğine “uygun yapılmış” birkaç yıllık binaların bile yerle bir olduğunu gördük. Acil Durum Planlaması ve Yönetimi Uzmanı Prof. David Alexander bu konuda şöyle diyor, vurgular bize ait:
Depremin maksimum yoğunluğu şiddetliydi ama iyi inşa edilmiş binaları yakacak kadar da değildi. … Birçok yerde sallantı maksimum derecenin altındaydı, dolayısıyla yıkılan binlerce binanın neredeyse tamamının makul deprem inşaat yönetmeliğine uygun olmadığı sonucuna varabiliriz. … Sorun kısmen, mevcut binaların çok az güçlendirilmesi, ancak bir de yeni inşaatlarda kurallar da çok az uygulanıyor.
Bu konuda tabi akla çoğu kez sorumlu anlamında müteahitler ya da binayı yapan sahipler akla geliyor elbette. Ancak yalnızca bunların olmadığı açık. 1999 depremini soruşturan savcı Ali Özgündüz bunlara ek olarak, sorumlulara şunları da ekliyor: “Yerel yönetimler, belediyeler ve siyasiler, şehircilik bakanlığı yetkilileri, denetim firmaları yetkilileri, beton laboratuvarları, kontrol mühendisleri…” Özgündüz’e göre bunların her biri müştereken iştirak hâlinde sorumlu. Özgündüz’ün konu hakkındaki görüşleri buradan izlenebilir.
Bu depreme dair öne çıkan meselelerden biri de şüphesiz medyaydı. Gazetecilik yapanlar ile propagandanın maşası olanlar arasındaki fark umarım görülebilmiştir.
Mesela halkın sesine kulak verip, haberin bitiminde kameraman arkadaşına kamerayı kapat diyerek depremzedeye yardım etmek isteyen Euronews Türkçe’den Dilek Gül’ün şu kısa haber videosunu izleyiniz. Bir de konuştuğu depremzede yardım ekiplerin gelmediğini söyleyince lafını kesip uzaklaşan Show TV muhabiri Tuğba Södekoğlu’nun haberini (!) izleyin.
Yahut CNN Türk’ten Ahmet Hakan’ın deprem bölgesinde yaşananlar için “Olumsuzluklar çok az aslında ama onlar tabi çok can sıkıcı oldukları için bize fazla geliyor” demesini görün.
Öte yandan TRT Haber’den Fuat Kozluklu’nun depremdeki dramlara tanıklık ettiğini anlatırken depremzede yurttaşın sorusunu hiç duymadan konuşmaya devam etmesi ve sonra yayını kesmesini izleyebilirsiniz.
Bunların sayısı artabilir.
İyi bir habercilik örneği için HaberTürk’te deprem bölgesi Hatay’dan son durumu aktaran Mehmet Akif Ersoy’un, arama kurtarma çalışmalarında ışık yetersizliğini (aslında olmayışını) yayının ışıklarını kapatarak gösterdiği videoyu izleyebilirsiniz.
Tabi afet anında Twitter ve TikTok uygulamalarına (kısa süreli de olsa) bant daraltmasına gidilmesi (göçük altında kalan insanların Twitter’dan konum bildirip yardım çağırmasına rağmen) de başlı başına bir kriz ve yönetememe örneğiydi.
Depremzedelerin sansüre uğradığı bir yerde seslerini duyurdukları videoların sosyal medyada paylaşılmasının bile “provakasyon” olarak nitelendirildiğini dahi gördük. Tam bir akıl tutulmasıydı.
Medyanın durumuna dair M. Serdar Kuzuloğlu’nun 10 Şubat 2023 tarihli Oksijen’deki yazısındaki şu bölüm de oldukça önemliydi, vurgu bize ait:
Böylesi durumlarda resmi kurumların ve kaynakların bilgilerine itibar edilmesi salık veriliyor. Ancak bu yaklaşım sadece o kurumlar işe yarar bilgiler paylaştığında geçerli. Kamu iletişimi yerini propagandaya bıraktığı için resmi kaynaklardan yana beklentiyi düşük tutmak gerekiyor.
Bu bültenin yazıldığı sırada vefat sayısı 29.600’e ulaşmıştı.
Ve maalesef sayının artacağı öngörülüyor.
Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) “2023 Kahramanmaraş Depremi Afet Durum Raporu” başlıklı bir rapor hazırlamış. Bunu haberleştiren Bloomberg HT’nin haberine göre (rapor hazırlayan konfederasyon, kendi hazırladığı raporu web sitesine koymamış, tam metin bulunmuyor! Vurgular bize ait);
… raporda 1999 yılında yaşanan Marmara depreminin verileri esas alınarak can kaybı ve mali hasara yönelik öngörüler hazırlandı. Raporda Marmara Depreminde can kaybı 18 bin 373 kişi, mali hasar 1999 dolar kuru ile 17,1 milyar dolar hesap edilirken Marmara depremi verilerinin kullanıldığı metodoloji ile Kahramanmaraş depremlerinin 72 bin 663 can kaybı ve 84,1 milyar dolar mali hasara neden olacağı öngörüldü.
France24’ün haberine göre, Birleşmiş Miletler İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Martin Griffiths kendisine bilgi verildiği anda “Türkiye’de 24.617, Suriye’de ise 3.574 kişinin öldüğünü ve teyit edilen toplam ölü sayısının 28,191 olduğunu ve bu rakamın iki katına veya daha fazlasına çıkacağını” söylemiş.
Bülteni sonlandırırken “bu ülkedeki her şeyin tek müsebbibi olmak üzere bu ülkenin rejimini değiştiren” kimse ve kurduğu düzen hakkında Sera Kadıgil’in şuradaki videosunu izlemenizi tavsiye ederiz.
Umarız bu günleri bir daha yaşamayız aynı hatalara bir daha düşmeyiz. Umarız bu son olur. Hayatını kaybedenlere baş sağlığı, kalanlara ve bizlere sabırlar diliyoruz.
Kapatırken…
Türkiyede sosyal bilim odaklı yayıncılık hiçbir zaman kolay olmadı, bugün de değil. Bizlere bu meşakkatli yolda destek olmak isterseniz (abone değilseniz) e-posta bültenimize buradan veya aşağıdaki kutucuktan abone olabilir ve etrafınızdakilere bulten.sosyalbilimler.org üzerinden abone olmalarını dile getirebilirsiniz. Veya bu maili forward ederek aşağıdaki linke tıklayarak abone olmalarını sağlayabilirsiniz. Ve elbette Web, Twitter, Facebook, Instagram ve Telegram üzerinden bizleri takip edebilirsiniz. Haftaya pazar görüşmek dileğiyle!