Sosyal Bilimler Bülten #15
Alışmanın ve unutmanın, hayatımızı yaşanabilir kılan yanlarını inkâr etmesek de içinde bulunduğumuz hâlin, kaynayan kurbağa sendromunu tarif ettiğini söyleyemez miyiz? Kabul edenler için soru biraz da şurada düğümleniyor: Bu sendromdan çıkabilmek için takatimiz kaldı mı?
Ocak ayının son pazarı. Zaman ne de çabuk geçiyor. On beşinci bültene başlıyoruz.
Sosyal Bilimler'in Gündemi
Pişmanlığın tipik bir özelliği, ister şimdi yapmamanız gerektiğine inandığınız bir şeyi yapmak olsun, ister şimdi yapmanız gerektiğini düşündüğünüz bir şeyi yapmamak olsun, ‘yanlış’ seçim yapmaktan dolayı kendinizi suçlamaktır. Bazı pişmanlıklar hafif ve geçicidir ve bu nedenle fazla kalp ağrısına neden olmaz. Ancak pişmanlığın peşinizi bırakmaması mümkündür —kendinizi suçlama, üzüntü ve sahip olabileceklerinize dair bir kayıp hissiyle tükenirsiniz. Pişmanlığın bu daha güçlü biçimiyle boğuşuyorsanız, bu rehber metin size onunla başa çıkmanız ve onu yaşamınızda olumlu bir güce dönüştürmeniz için bazı öneriler sunacaktır. Jelena Kecmanovic’in yazısını Talha Dereci Türkçeye çevirdi.
Panoya Eklenenler (Dikkatimi Çekenler)
Malum geçtiğimiz günlerde Prens Harry’nin Spare adlı kitabı çıktı ve elbette ciddi bir satış söz konusu oldu. İlk çıktığı gün toplam 1,4 milyon denilmişti, rakam değişebilir. Harry kitapta içki ve uyuşturucu kullanımından, bekaretini kaybetmesinden ve bir kıyafet partisinde Nazi kıyafeti giymesinden vs. bahsettiği için çok ilginç gelmiş okura. Hatta durun asıl can alıcı ve herkesin diline düşen şeyi söyleyeyim: Harry, kitabın bir bölümünde eşi Meghan Markle ile ilgili bir tartışma yüzünden ağabeyinin kendisine saldırdığını belirtmiş, kitapta bunu şöyle aktarmış:
Elindeki su bardağını bıraktı, bana başka bir şekilde hitap etti ve üzerime yürüdü. Her şey bir anda oldu. Çok hızlı. Yakamdan tuttu. Kolyemi kopardı ve beni yere itti. Köpeğin mama kabının üzerine düştüm. Kap kırıldı ve parçaları sırtıma battı. Sersemlemiş halde bir süre öyle kaldım. Sonra yerden kalkıp gitmesini söyledim. (vurgular bana ait - TD)
Ne büyük sersemlikler! Aynı dünyaları yaşamadığımızın pek açık göstergesi değil mi? Zenginlikten veya kraliyet ailesinden söz etmiyorum, elbette aynı dünyalar değil. Dediğim şey, nasıl bir simülasyon içindeysek artık, tüm dünyada birbirlerini huhnarca katleden bir sürü insan varken sırf “ünlü” olmaları hasebiyle birinin diğerini itmesi ve onun düşüp sersemlemesi bir “olay” hâline gelebiliyor ve günlerce konuşulabiliyor — bakın biz bile gündemimize almışız; ama diyeceğim başka bir şey.
Ünlüler hayatlarını bile isteye kamuya açtıklarında (ünlü olmalarının sürdürülebilirliği biraz da buna bağlı), anlaşılan o ki bu durum onu takip eden bireylerde bir aşinalık ve yakınlık hissi yaratıyor. Kendinden bir pay belliyor gibi. Bunun bir adı var: Parasosyal ilişki.
Parasosyal ilişki, bireylerin bir medya figürüyle, örneğin bir ünlüyle kurdukları tek taraflı bir ilişkiyi ifade ediyor. Bu ilişkide bireyler, yüz yüze hiç tanışmamış olsalar bile bu kişiyi tanıyormuş ve onunla kişisel bir bağları varmış gibi hissederler. Kişi, medya figürünü arkadaş ya da sırdaşmış gibi görür. Bu durum, bireyler televizyon, filmler, sosyal medya vb. aracılığıyla medya figürlerine düzenli olarak maruz kaldıklarında ortaya çıkabiliyor. Parasosyal ilişkiler, medya figürüne yapılan duygusal paylaşım hissi ile de karakterize ediliyor. İnsanlar bu kişiyi tanıyormuş ve nasıl davranacağını tahmin edebiliyormuş gibi hissedebilir ve hatta medya figürünün eylemlerine bağlı olarak öfke, üzüntü veya mutluluk gibi duygular yaşayabilir.
Türkiye’de yaşayan birinin düzenli olarak maruz kaldığı medya figürünü düşünüyorum. Kaç kişi o figüre bir aşinalık ve yakınlık hissediyor, onu arkadaş ya da sırdaş belliyor acaba? Sanırım önümüzdeki birkaç ay içinde bu sorunun cevabı belli olacak.
Kimi araştırmalar, (bu durumun olmlu yanları olduğunu dile getirse de), bireylerin medya figürlerinden gerçekçi olmayan beklentiler geliştirebileceğini ve bu beklentileri karşılayamadıklarında kendilerini hayal kırıklığına uğramış ve hatta ihanete uğramış hissedebileceklerini dile getiriyor. Ayrıca, sosyal izolasyona yol açabileceğini ve bireylerin gerçeklikle bağlarını kaybetmelerine neden olabileceğini dile getiriyor. Zaten o bağ kopmadan bu kafaya ulaşmak zor.
İşin ilginç yanı Prens Harry’nin kitabı için “monarşi fikrinin altını oyduğu” şeklinde yorumlar yapılıyor. Binlerce yıldır varlığını sürdüren bir yönetim biçiminin altını oyan şeyin bir anı kitabı olması (ya da böyle olduğunu düşünmek) tam da bu zamanların meselesi olurdu herhalde.
Akademik Dünyadan Gündemler
Sosyal medyada siber zorbalık, çocuklar ve gençler için önemli bir sorun teşkil etmeye devam ediyor ve platformlar bunu ele almak için giderek daha fazla yapay zekâya (YZ) başvuruyor. Bununla birlikte, çocukların YZ tabanlı müdahalelerin etkililiğine ilişkin görüşleri ve bu müdahalelerin, dijital ortamda geçerli olan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde kendilerine tanınan koruma, mahremiyet ve ifade özgürlüğü haklarını nasıl etkilediği hakkında çok az şey bilinmektedir. Tijana Milosevic ve meslektaşlarının yaptığı çalışma, çocuklara siber zorbalığın yapay zekâ tabanlı proaktif içerik moderasyonunun haklarını nasıl etkilediğine dair algılarını sorgulayan ilk çalışmadır. Yazarlar, sosyal öğrenme ve sosyal norm teorilerine dayalı olarak proaktif içerik kaldırmaya dayanan siber zorbalığa yönelik bir dizi YZ tabanlı müdahale tasarlamış; odak grupları ve derinlemesine görüşmeler yoluyla bu tür müdahalelerin çocuk hakları üzerindeki algılanan etkinliği ve bu müdahalelerin etkisi konusunda çocukların görüşlerini almıştır (İrlanda'dan çocuklar, 12-17 yaş, N = 59). Çalışmada, gençlerin sosyal normlarının müdahalelerin etkinliğini nasıl sınırlayabileceğini ve yapay zekâ tasarımına ilişkin platform kararlarına gençleri dahil etme ihtiyacını tartışılmıştır.
Yaygınlığı ve etkisinin abartıldığına dair delillere rağmen, çevrimiçi yanlış bilgi hakkındaki alarm niteliğindeki anlatılar ilgi görmeye devam ediyor. Sacha Altay ve meslektaşları çalışmalarında, sosyal bilimler ve medya alımlama çalışmalarında büyük veri kullanımını inceleyen araştırmalardan yola çıkarak, yanlış bilgiyle ilgili altı yanlış kanı tespit ediyor ve bunların yol açtığı kavramsal ve metodolojik zorlukları vurguluyoruz. İlk yanılgı kümesi, yanlış bilginin yaygınlığı ve dolaşımı ile ilgilidir. İlk olarak, bilim insanları metodolojik bakımdan kullanışlı olduğu için sosyal medyaya odaklanmaktadır, ancak yanlış bilgi yalnızca bir sosyal medya sorunu değildir. İkincisi, internet yanlış bilgi ya da haberlerle değil, memler ve eğlenceli içeriklerle dolup taşmaktadır. Üçüncüsü, yanlışlar doğrulardan daha hızlı yayılmaz; (yanlış) bilgiyi nasıl tanımladığımız sonuçlarımızı ve bunların pratik sonuçlarını etkiler. İkinci yanlış anlama kümesi, yanlış bilginin etkisi ve alımlanmasıyla ilgilidir. Dördüncüsü, insanlar internette gördükleri her şeye inanmaz: etkileşim hacmi inançla karıştırılmamalıdır. Beşincisi, insanların bilgisiz olma olasılığı yanlış bilgilendirilmiş olma olasılığından daha yüksektir; anketler yanlış algıları abartmakta ve yanlış bilginin nedensel etkisi hakkında çok az şey söylemektedir. Altıncı olarak, yanlış bilginin insanların davranışları üzerindeki etkisi, yanlış bilgi genellikle “koroya vaaz verdiği” için abartılmaktadır. Yanlış bilgileri doğru bir şekilde anlamak ve bunlarla mücadele etmek için gelecekteki araştırmaların bu zorlukları ele alması gerekmektedir.
Sosyal Bilimler Kitap
Steven Connor’ın Postmodernist Kültür: Çağdaş Olanın Kuramlarına Bir Giriş başlıklı kitabı, yirminci yüzyılın ortalarında modernist harekete bir tepki olarak ortaya çıkan kültürel, entelektüel ve sanatsal bir hareketi tanımlamak için kullanılan (fakat şüphesiz bundan daha fazlası olan) postmodernizm hakkındaki teorilere giriş niteliğindedir. Connor kitabında, postmodernizmin büyük anlatılara ve evrensel hakikate yönelik eleştirisi, yerel ve tikel olana odaklanması, pastiş ve parodiyi kullanması ve anlam yaratma sürecinde izleyicinin ya da okurun rolüne yaptığı vurgu gibi temel kavram ve fikirlerini inceliyor. Connor ayrıca postmodernizmin edebiyat, film, sanat, mimari ve reklamcılık gibi çeşitli kültürel formları nasıl etkilediğini, postmodernizm ile feminizm, Marksizm ve psikanaliz gibi diğer kültürel hareketler arasındaki ilişkiyi de araştırıyor.
Sosyal Bilimler Müzik
Bizi uzun zamandır takip eden bir okurumuz, deyim yerindeyse peçeteye istek parçası yazıp yolladı. Bu hafta için klasik müzik seçkisi hazırlar mısın, dedi. Açık konuşmak gerekirse neredeyse hiç dinlemediğim bir tür. Klasik müziğe yönelik yaygın eleştirileri** paylaştığımdan da değil ama o resmi ve radikal havaya dahil olabilmek pek mümkün gözükmüyor benim için. Ama bir dönem Nietzche okumaları sırasında onun besteci yanını da keşfetmiştim, Wagner’e olan hayranlığı ve sonrasındaki düşmanlığını da. Ondan bir iki bestenin ifa edilmesini de listeye dahil ederek ilginç bir işe giriştim. Klasik müziğe, çocuk yaşta Tom ve Jerry, Bugs Bunny, Daffy Duck ve diğerlerini izleyerek aşina olan (Amerikan animasyonunun altın çağının ürünlerini Özal sonrası tadan) bir nesil için bir liste hazırlayabilmek çok da zor olmasa gerek. Akif’in “Allah bu millete bir daha ‘İstiklal Marşı’ yazdırmasın” demesi gibi, umarız bu bültende bir daha klasik müzik listesi hazırlamak durumunda kalmayız.
İlk kez listedeki şarkı sayısını on beşin üzerine çıkartıyoruz (bir daha hazılanmayacağı için) ve klasik müzik olduğu için parçalar uzun, hâliyle toplam süre de uzun.
Albümün Adı: Dört Mevsim
Albümün Süresi: 2 Saat 38 Dakika (25 Parça)
Albümün Açıklaması: İtalyan besteci Antonio Vivaldi’nin her biri yılın bir mevsimini müzikal olarak ifade eden dört keman konçertosundan oluşan esere atıfla Dört Mevsim (Le Quattro Stagioni).
Albüm Kapak Resmi: Holger Nitschke, It's All in Her Head
Listeyi Spotify üzerinden dinleyebilirsiniz. Eski müzik listelerinin tamamı buradan incelenebilir.
** Elitist ve yalnızca küçük, ayrıcalıklı bir grup insan tarafından erişilebilir olması, modasının geçmesi ve artık çağdaş toplumla ilgisi olmadığı, yeterince çeşitlilik içermediği ve çoğunlukla beyaz, Avrupalı erkekler tarafından yazılmış olması, diğer kültürleri temsil etmemesi ve az temsil edilen grupların deneyimlerini yansıtan eserlerin eksikliği.
Sosyal Bilimler Sinema
The Bookshop, Isabel Coixet tarafından yönetilen ve Penelope Fitzgerald’ın aynı adlı romanından uyarlanan 2017 yapımı bir drama filmi. Film, 1950’lerin sonunda küçük bir İngiliz sahil kasabasında geçiyor ve yerel halkın direnişiyle karşılaşmasına rağmen kasabada bir kitapçı açmaya karar veren Florence Green’in hikâyesini anlatıyor. Florence’ın kitapçısı yalnızca kitap satın alınabilecek bir yer değil, insanların bir araya gelerek edebiyat ve fikir tartışması yapabilecekleri ve okuma konusundaki duygularını paylaşabilecekleri bir yerdir. Ancak Florence’ın tüm çabalarına rağmen yerel halk, kitabevini statükoya bir tehdit olarak görür ve kapatılması için ellerinden gelen her şeyi yapar.
Sosyal Bilimler Çevirmenlik Başvurusu
Sosyal Bilimler kurulduğu günden beri gönüllük esasına göre çalışan ve içerik üreten bir web sitedir. Bu içerik üretiminin sürdürülebilirliği için süre kısıtlaması bulunmaksızın gönüllü çevirmenlerin başvurularına açıktır. Sosyal Bilimler bünyesinde çeviri yapmak isterseniz şayet buradan başvuru yapabilirsiniz.
Kapatırken…
Türkiyede sosyal bilim odaklı yayıncılık hiçbir zaman kolay olmadı, bugün de değil. Bizlere bu meşakkatli yolda destek olmak isterseniz (abone değilseniz) e-posta bültenimize buradan veya aşağıdaki kutucuktan abone olabilir ve etrafınızdakilere bulten.sosyalbilimler.org üzerinden abone olmalarını dile getirebilirsiniz. Veya bu maili forward ederek aşağıdaki linke tıklayarak abone olmalarını sağlayabilirsiniz. Ve elbette Web, Twitter, Facebook, Instagram ve Telegram üzerinden bizleri takip edebilirsiniz. Haftaya pazar görüşmek dileğiyle!