Sosyal Bilimler Bülten #11
Günün sonunda, zaman ve ölüm meselesinden daha gerçek başka şey var mı bilemiyorum. Yani en esaslı gerçeğimiz, hiçbir itirazın söz konusu olmadığı, herkesin ortak bir zeminde buluştuğu, her türlü başarının ve becerinin aksine en sarih çaresizliğimizin iki göstergesi olarak zaman ve ölüm.
Ekseriyetle başı ve sonu olmayan, düz, dallanıp budaklanmayan sürekli çizgisel bir tarih anlayışını anımsatacak cinsten bir anlayışın ürünü olarak bir zaman aralığının kapanışına ve diğer aralığın açılışına tanıklık edeceğiz. Zamanın standart topolojisi meselesi. Burada iki önemli soru çıkıyor:
(1) Zaman aslında bu özelliklere sahip midir?
(2) Zaman söz konusu özelliklere sahipse, bu zaman hakkında gerekli mi yoksa olumsal bir gerçek midir?
Bu soruların cevabı beni de bu bülteni de aşar. Zaman felsefesi üzerine çalışan kimselerle fizikçilere sözü bırakmak uygun olur.
Her bir tanıklığın, kendi zamanımızın payından düşülmesine bedel olduğu bir ilginç hâl içindeyiz. Bir nevi, sonlu olanın, kendi sonuna doğru attığı adım gibi. Bu -kime ait olduğu tartışmalı olan- bir sözü anımsatıyor ilkin: "Hepimiz ölecek yaştayız."
Biliyorum -ve bu durumdan hazzetmiyorum ama- bu konular doğal olarak belirli bir duygu iklimine açıyor insanı. Ve bu iklimde doğal olarak her iki kavramını da tekeline alan kimi anlatılar çıkıyor karşımıza; çoğu kez dinler ve dinsel anlatılar. Zamanımızın sonlu olduğunu elbette biliyoruz, bunun için kutsal (olduğu dile getirilen) metinlerden pasajlar paylaşmamıza da gerek yok. Mesele bu sonluluk karşısında ne yapacağını bilememek de değil, tüm çaba ve gayretlerimiz ve yaptıklarımız zaten neler yaptığımızı (yapabileceğimizi ve yapacağımızı) gösteriyor. Mevzu bahis her iki olgunun demoklesin kılıcı gibi bir yanımızda her daim durması ve kendini hep hatırlatması için sebepler ve araçlar bulması. Evet basit ve hatta çocukça bir hissiyat gibi görünebilir bu, ama çokları bu ruh hâlinden pek de sağlıklı ve sağlam çıkamaz.
Zaman genellikle kontrolümüz dışında bir güç olarak tasvir edilir ki en doğalı da budur —bilmem belki de olması gereken. 17. yüzyılın İngiliz şairlerinden Andrew Marvell, "To His Coy Mistress" adlı şiirinde şöyle yazar:
The Grave's a fine and private place, / But none I think do there embrace.
Aranızda daha iyi tercüme yapacaklar muhakkak vardır, önerilere açığım:
Güzel ve özel bir yerdir mezar, / Lakin sanmıyorum ki kimseler kucaklaşsın.
Tamam, zamanın nihai sonu olarak görülen ölümün kaçınılmaz ve durdurulamaz olması adına iyi bir işaret ama bu kadar da carpe diemlik baş ağrıtır.
Bazı filozoflar zamanın yalnızca bir insan kurgusu olduğunu ve kendi başına gerçek bir şey olmadığını savunmuştur. Bu görüş genellikle zamanın öznel bir deneyim olduğunu ve insan zihninden bağımsız olarak var olan bir şey olmadığını savunan Kant ile ilişkilendirilir. İrlandalı filozof ve Anglikan piskopos Berkeley'i de buraya dahil etmek mümkün sanırım. Ya da zamanın ölçülebilir bir nicelik değil, tüm canlıların doğasında var olan bir nitelik olduğunu dile getiren Bergson da bu sınıfa dahil edilebilir; zaman özneldir, doğru bir şekilde ölçülemez ve nicelleştirilemez. Ve pek tabi Sartre; zaman, düşüncelerimiz, duygularımız ve eylemlerimiz tarafından şekillendirilen öznel bir deneyimdir ve dünyada nesnel olarak var olan bir şey değildir. Bu liste uzar, zaman meşakkatli bir mesele.
Edebiyatta ise zaman, olayların sonuçlarını ve karakterlerin kaderlerini belirlediği için daha elzem gözüküyor. Felsefe söz konusu olduğunda söylemler askıda ve gri bir alanda kalmış gibi durabilir ama edebiyatta daha sarih kavrıyoruz, kaçınılmaz olarak. Mesela, Hamlet; varoluşun anlamını ve hayatın acı ve ıstırabına katlanmanın mı yoksa kendi canına kıyarak her şeye son vermenin mi daha iyi olduğunu düşünür. Zaman da oyunda önemli bir faktördür zira olay örgüsünü ilerletir ve nihayetinde trajik sona götürür.
Veyahut birkaç kez başlasam da birçok sebepten ötürü oku(ya)madığım Marcel Proust'un Kayıp Zamanın İzinde'si de daha başlığından itibaren açıktır ki konumuzla ilgili. Zaman kavramı etrafında yapılandırılmış ve her bölümün anlatıcının hayatındaki farklı bir zaman dilimini temsil ettiği söz konusu eserin, zamanın bellek ve kimliği nasıl şekillendirdiğini ve etkilediğini ve bunun izinde bir soruşturma yürütüldüğü hakkında fikir sahibiyiz.
Bu arada, Gilles Deleuze'ün Marcel Proust üzerine 1964'te yazdığı Proust et les signes (Proust ve Göstergeler) kitabın ilk bölümünü zamanın behrinde Bilge Karasu çevirmiş. Çeviri metni Fatma Berna Yıldırım tarafından Bilge Karasu'nun Metin Okuma Yazma ders notları arasında bulunmuş. Söz konusu metin K24'te yayımlandı. Bilge Hoca, "Yitik Zamanın Arayışı" demiş ve efsane bir hamle olmuş. Ellerimizin arasından gidene kayıp değil yiten demek, iz sürmeyi arayış bellemek... İyi ki bu dünyadan geçmiş.]
Zaman meselesi Odysseia'nın önemli bir yönünü gösterir çünkü on yıllara yayılan ve hem ölümlü hem de ilahi alemlerde zamanın nasıl geçtiğini konu edinen bir anlatıdır. Destan boyunca karakterler zamanın zorlukları ve sonuçlarıyla yüzleşir ve bu tema hikâyenin dokusuna işlenir. Anlatı, on yıl süren Troia Savaşı'nın sona ermesiyle başlar. Ana karakter Odysseus, daha sonra bir on yılını daha İthaka'ya dönmeye çalışarak geçirir. Bu zaman geçişi önemlidir zira Odysseus'un eve dönmek için üstesinden gelmesi gereken zorlukları ve engelleri vurgular. Ayrıca, karakterler yaşlanıp yılların geçişini deneyimledikçe, ölümlü dünyada zamanın nasıl akıp gittiğini de gösterirler.
Odysseia'da zaman temasının belirgin olduğu bir başka yol da ölümlü dünya ile ilahi âlem arasındaki karşıtlıktır. Ölümlü dünyada zaman doğrusal ve sonludur ve karakterler (yani bizler) zamanın geçişine ve ölümün kaçınılmazlığına tabidir. Buna karşılık, ilahi alem ebedi ve değişmezdir; tanrılar zamanı manipüle edebilir ve ölümlü dünyaya istedikleri gibi müdahale edebilirler. Karşıtlığın ne tarafının hâkiki olduğu, herkesin dünya görüşüne göre değişiyor. Öyle de postmodern bir dünya işte!
Yılın son bülteni olduğu için bu bülteni diğer bültenlerimizden farklı bir şekilde hazırladım, yalnızca bu şekilde yorum odaklı oldu —bunlar hep podcaste geri dönme arzusunun izleri. Merak etmeyin önümüzdeki haftadan itibaren aynı konseptimizle devam edeceğiz.
Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabının kapağına saat konulması beni hep rahatsız etmiştir. A olgusunun her daim B nesnesi ile anılır olması veya A'nın doğal olarak beraberinde B'yi de getirmesi sanırım yaratıcılığın doğasına aykırı bir husus. Tasarımcı olsam o kitabın kapağına yine saat koymazdım ama zaman üzerine konuşurken deneyimlerimize verilen iki en somut şeyi bir araya getirdim: Saatli Maarif Takvimi ve Köstekli Saat. Her ikisini de yakın zamanda aldım. Köstekli saati ilk kez deneyimleyeceğim. Takvim doksanlarda evimizde vardı ama çocuk zamanlarımın zaman algısı ile böylesi bir takvim pek uyuşmuyordu, hâlâ uyuşuyor mu emin değilim. Dolayısıyla her ikisi de benim için ilk olacak. İlginç işler. Zaman ilerledikçe, insanın böyle tuhaf hamleleri (oyuncakları) oluyor demek. Zaman ilerledikçe = Yaşlandıkça
Son olarak sosyal medya üzerinden ayrıca paylaşmayacağımız, bu maili okuyanların dinleyebileceği Spotify'da "Gizli" bir müzik listesi hazırladım. Buradan dinleyebilirsiniz. Gizli olması, çok özenip bezendiğim anlamına gelmesin (ki özendim de) ama bir şeyler de kıyıda köşede kalsın, merak eden ulaşsın.
Umarım 2023, hayatımızı alt üst eden kimi bunaltılarımızın nihayete erdiği bir yıl olur. Her birinize sağlıklı ve huzurlu bir yıl dilerim.
Talha Dereci
Kapatırken...
Türkiye'de sosyal bilim odaklı yayıncılık hiçbir zaman kolay olmadı, bugün de değil. Bizlere bu meşakkatli yolda destek olmak isterseniz (abone değilseniz) e-posta bültenimize buradan abone olabilir ve etrafınızdakilere bulten.sosyalbilimler.org üzerinden abone olmalarını dile getirebilirsiniz. Ve elbette Web, Twitter, Facebook, Instagram ve Telegram üzerinden bizleri takip edebilirsiniz.
Haftaya pazar görüşmek dileğiyle!