Sosyal Bilimler Bülten #09
Yağmurlu bir Ankara gününden merhaba!
#01
Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nün sitesinde "Beklenen Hadise" diye bir sekme var. O gün beklenen hava olayları yer alıyor. Mesela bugün Ankara'da sırasıyla "Yağmur, Sağanak Yağış, Rüzgar" bekleniyormuş. "Beklenen Hadise" lafını pek beğendim. Keşke hemen her kesimden (grup, organizasyon, şirket, kişi vs.) böylesi bir başlığın altını doldurabilse. Topyekûn bir kehanet değil dediğim. "Başkan bugün şu toplantıya katılacak" şeklinde bir günün programı havası hiç değil! Kendime dair bugünün beklenen hadiselerini bir düşündüm, oldukça sıkıcı. Ama bu konu, geçtiğimiz hafta almanaklar hakkında söylediğim meseleye de temas ediyor bence. Zamanın hâkim olaylar dizisi üzerinden değil, niş bir dünyanın penceresinden anlatılması.
#02
Bu hafta ilginç bir kitap okudum. Fransız filozof ve sanat tarihçisi Georges Didi-Huberman'ın Écorces (2011) adlı kitabı, Lemis etiketiyle Elif Karakaya'nın Fransızca'dan çevirisiyle 2017'de yayımlanmış: Kabuklar. Huberman, bir pazar sabahı elinde fotoğraf makinesi ve kafasında binlerce soru ile bunu yapmaya kendisini zor ikna etmiş bir hâlde, Nazi Almanyası tarafından II. Dünya Savaşı döneminde kurulmuş en büyük toplama, zorunlu çalışma, sistematik katliam ve imha kampı olan Auschwitz-Birkenau'ya gidiyor ve izlenimlerini kaleme alıyor, bir arkeolojik kazı edasıyla.
Soykırım üzerine yazmak ve şüphesiz düşünmek ağır ve yıpratıcı. Her ne yapılıyorsa -kısa bir süreliğine dahi olsa- önemsiz ve anlamsız kılan bir etkinin girdabına dalıp, hafakanlar bastıran, kapı pencere açtıran, 'bundan başka konuşulacak ne var ki' dedirten bir ruh hâliyle yaşamını sürdürmek...
Daha eskiye dayanan bir yanı muhakkak vardır ama benim Holokost üzerine hatırladığım ilk deneyimim sanırım dokuz onlu yaşlarda izlediğim La vita è bella (1997) filmiydi. Ailece, birkaç defa -ağlayarak- izlediğimizi anımsıyorum. Çocuk aklı ile neyi ne kadar anlıyor ve neye ağlıyorsam artık. Çok sonraları izlediğim Schindler's List (1993) filminin yer ayrı. Ve evet henüz Shoah (1985) belgesel filmi izlemedim. Dokuz saati aşan bu yapımın alanda işlenmiş en iyi yapım olduğunu biliyorum ama onu izlemek için ciddi bir psikolojik-fiziksel hazırlık süreci gerekiyor.
Auschwitz-Birkenau bugün bir müze, devlet müzesi! Kılavuzları, rehberleri, gezi düzenleyen turizm firmaları ve turistleri vs. olan bir müze. Buradan bakınca bile anlam vermekte zorlandığın bir absürtlük.
Gelgelelim, böyle bir yer dahi Huberman'ın deyimiyle belirli bir kültürle mümkün oldu:
Barbarlık yeri -orada milyonlarca insanın hayatını hiçe saymak için uğraşan herkesin fiziksel ve tinsel enerjisiyle tasarlandığı, düzenlendiği ve desteklendiğinden- belli bir kültürle mümkün oldu: antropolojik ve felsefi bir kültürle (örneğin ırk), siyasi bir kültürle (örneğin milliyetçilik), hatta estetik bir kültürle (örneğin bir sanatın ‘aryan’, bir diğerinin ‘dejenere’ olabileceğini söylemeye imkân veren). Kültür, tarih pastası üzerindeki çilek değildir; tarihin -ne kadar ‘barbar’ veya ‘ilkel’ olsalar da —kararlar ve eylemlerin tam ortasında biçim ve görünürlük kazandığı bir çatışma yeridir daima.
Huberman çektiği fotoğraflardan birine (dikenli teller arasında duran bir kuş) bakarken bir şey fark ediyor: Kampın pastan ötürü çoktan kararmış öndeki dikenli tellerinden farklı, kendine has bir "örgüsü" olan elektrikli teller görülüyor. Bu öndeki tellerin rengi -açık gri- Huberman'a -haklı olarak- oraya yeni koyulduklarını düşündürüyor. Ve şöyle diyor:
Bunu anlamak dahi yüreğimi sıkıştırıyor. Bu demek oluyor ki, bir ‘barbarlık yeri’ (kamp) olarak Auschwitz, arkadaki dikenli telleri 1940'lı yıllarda yerleştirdi, öndekiler ise bir ‘kültür yeri’ (müze) olarak Auschwitz tarafından çok daha yakın bir zamanda koyuldu. Hangi sebeple? Ziyaretçi akınını yönlendirmek amacıyla dikenli telleri ‘yöresel bir renk’ olarak kullanmak için mi? Zamanla tahrip olan bir tel örgüyü ‘restore’ etmek için mi? Bilmiyorum. Ama bana öyle geliyor ki, kuş tarih ve mekânın aynı parçasının çok farklı iki düzenlenişinin, fena hâlde ayrışmış iki zamansallığın arasında duruyordu. Kuş bilmeden barbarlık ile kültürün arasında duruyordu.
Huberman'ın şaşkınlık ve sitemini iliklerimi kadar hissettim.
Kültürün üzerine inşa edilmiş bir barbarlık, barbarlığın üzerine inşa edilmiş bir kültür. Ve son hamlesi ile barbarlığın izlerini sil(e)mese de sakinleştirip "Bir daha yaşanmayacak!" taahhüdünde bulunan bir motivasyon. Kendisinden olanın izinin silinememesi gibi, sonradan eklenen dikenli tel ile barbarlığını sürdüren bir kültür. Kültürler barbarlığından sıyrılabilir mi? Başlangıçta barbarlık vardı, kültür değil. O hâlde bundan sıyrılmak mümkün değil. "Doğamızda var" mı demeliyiz. Değişebilen ve dönüşebilen bir şey yine de tohumundan pay almaz mı? O her daim orada var ise ve hiç gitmeyecek ise bu barbarlığımızın sorumlusunu kim(ler) belleyeceğiz? Bu bir nevi kötülük problemi mi yoksa?
Huberman'ın metni beni daha çok geveze yapar. Siz iyisi mi kitabı alın, okuyun. Ben Kıraathane Kitap Fuarı'ndan birkaç Lemis kitabı almıştım. İyi bir tesadüf, yıl sonuna kadar tüm kitaplarında yüzde kırk indirim yapıyorlar. Son kitapları da Huberman'dan yeni bir kitapmış!
#03
Geçen hafta Gibi dizisinden bahsetmiştim. Geçtiğimiz Cuma günü S03B08 yayımlandı. Sahiden ilginç bir bölümdü. O bölüm için de bir sürü gevezelik ettim. O bölüm için değerli gördüğüm şeyleri okumak isteyen olursa Ekşi Sözlük'teki iletime bakabilir. Ve bir de uzun aradan sonra Behzat Ç. yeniden başladı. Yeniden başlangıçlara pek alışık değiliz sanki, bilemiyorum. O yüzden bir önceki yarıda kalan başarısız girişimi izlememiştim, izlemeye niyetlendiğimde de bitmişti. Emrah Serbes, serbest (!) kalınca (bu tartışma ayrı bir yerin konusu) yeni bir senaryo çıkmış ortaya. Behzat Ç: Çekiç ve Gül. İzledim, beğendim. Onun hakkındaki yorumlarım da Ekşi'deki iletimde.
#04
Son olarak şu müzik meselesi hakkında bir şeyler ifade etmeliyim. Beklemediğim bir şekilde birileri bu seçkileri beğeniyor, dinliyor, paylaşıyor. Bu hissiyat tuhaf. Bir radyocu edası yüklüyor insanın üzerine. Bunu daha önce podcast yaparken de hissetmiştim. Sanki, kurtarılmış bir bölge var ve bu bölgeye çağrı söz konusu. Kimselerin uğramayacağını bile bile, olur da birilerine sesim ulaşır diye çağrını her gün / hafta aynı saatlerde yaparsın ya, bu da öyle bir şey. Ha çağrı demişken, çağrılmayanlar var:
Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli / Daha hiç çağrılmadım / Biri olsun "Yakup!" diye seslenmedi hiç / Yakup! / Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım / Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim / Ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
Yılın sonuna kadar ağır müzik listeleri söz konusu olacak. Çünkü yağmur, çünkü Aralık, çünkü Ankara, ülkenin dinmeyen hararetli gündemi, huzurun bizi çok zaman önce terk etmesi ve müziğe belki de haddinden fazla anlam yüklememiz.
Bu haftaki müzik listesi oldukça değerli. Sanırım yaşlanıyorum. Zira ben değer verdiğim şeyleri paylaşmama konusunda ısrarcı biriyim; kitap, müzik, film, mekân vs. Bu bültende bile bu kadar "kişisel şeyler" yazmam büyük başarı.
Hâlâ buralardaysanız, buyrun bültenin devamına.
Talha Dereci, Genel Yayın Yönetmeni
Sosyal Bilimler'in Gündemi
#05
“Gerçekten zorlanıyorum,” dedi son iki yıla tahammül eden hemen hemen herkes. Pandemiden tutun da ekonomik, insani ve iklim krizlerine kadar hepimiz zor günler geçirdik. O hâlde bir terapist (Yael) ve bir koç (Brad) olarak; sık sık komşulardan, arkadaşlardan ve meslektaşlardan, ortaklaşa aynı aracı kullandığımız yolculardan bahsetmiyorum bile, yaşadıkları zorluklar ve gerilimlere dair bir şeyler duymak da şaşırtıcı olmasa gerek. Mücadelelerimizden bahsetmek, bize iyileşmeye giden bir yol sunar ancak kendi çevremizden biriyle ayaküstü yapılan bir sohbet ya da laflama, birçok bireyin ihtiyaç duyduğu türden bir yardım sunmayacaktır. Her ne kadar ikimiz de sık sık kendimizi başkalarını profesyonel yardım almaya teşvik ederken bulsak da doğru yardımcıyla bağlantı kurmanın karmaşık olabileceğinin de farkındayız çünkü sağlıklı yaşam endüstrisi o kadar çok kafa karıştırıcı seçenek sunuyor ki… Geçmiş deneyimlerimiz, bu desteğin iki ana dalını kapsıyor: Terapi ve koçluk. Bu yazıda, bir terapistin mi yoksa bir koçun mu doğru türde bir yardımcı olup olmadığını nasıl saptayacağınız ve ihtiyaçlarınızı karşılamaya uygun olanı nasıl bulacağınız konusunda ipuçları sunuyoruz. Yael Schonbrun ve Brad Stulberg'in yazısını Pınar Kavaklıoğlu Türkçeye çevirdi: ❝Terapist ya da Koç: Arasındaki Farkı ve Nasıl Seçim Yapılacağını Anlamak❞
#06
Felsefi tartışmalar ister profesyonel ortamda ister barda olsun, çoğunlukla sunulan önermedeki hataların söylenmesinden oluşur: “Hepsi iyi hoş ama…” Bu muhalif biçim sıklıkla doğruların ortaya çıkmasına olanak sağlayan olarak övülür. Yanlış varsayımları elemek, bizleri düşünceler pazarında doğruyla bırakıyormuş gibi görünüyor. Epeyce yayılmış bir uygulama olmasına rağmen (ben bile şu anda icra ediyorum), bilhassa felsefi tartışmalara iyi bir yaklaşım olduğu yönünde şüpheliyim. Muhalif felsefi değiş-tokuştaki ilerleme yoksunluğu, basit ama problematik bir iş bölümüne dayanıyor olabilir: Müzakereler, seminerler ve akademik bildiriler gibi profesyonel ortamlarda standart bir şekilde kendi görüşlerimizi eleştirmektense başkalarınınkini eleştiriyoruz. Aynı zamanda, bir fikri eleştirmek yerine ileri sürerken itibarımızı daha fazla riske atıyoruz. Bu durum (yeni) fikirlerin taraftarı olan kimselere sistematik olarak zarar veriyor. Martin Lenz'ın çalışmasını Nefes Tekin Türkçeye çevirdi: ❝Felsefedeki Muhalif Kültür Hakikate Hizmet Etmiyor❞
#07
Postmodern ve postyapısalcı teoriyle bağlantılı Jean Baudrillard’ın (1929-2007) geleneksel ve çağdaş felsefe ilişkisini konumlandırmak zordur. Çalışmaları çağın önemli olay ve olgularını felsefe, toplumsal teori ve kendine özgü kültürel metafiziği (idiosyncratic cultural metaphysics) birleştirerek yorumlar. Özgün, tahrik edici tarzıyla toplumsal ve kültürel eleştirelliği bir araya getiren bir düşünür, kendi üslûp ve yazım biçimini geliştiren bir yazar olarak da yorumlanabilmesine rağmen çağdaş toplum, kültür ve düşüncenin keskin eleştirmeni Baudrillard genellikle Fransız postmodern teorinin önemli bir gurusu olarak görülmektedir. Yeni postmodern tüketici, medya ve yüksek teknoloji toplumunda çağdaş toplumlarda yapılandırılmış cinsiyet, ırk ve sınıf farklılıkların ortadan kalkması, sanat ve estetiğin dönüştürücü rolleri; politika, kültür ve insanlardaki kökten değişiklikler; niteliksel olarak farklı toplumsal düzenin yaratılışında yeni medya, enformasyon ve sibernetik teknolojilerin etkisi, insan ve toplumsal hayatın kökten dönüşümünün sağlanması da dahil olmak üzere ellinin üzerinde kitap yayımlayan ve çağdaş dönemin en bariz kültürel ve sosyolojik olguları hakkında yorumlar yapan son derece üretken bir yazardır. Douglas Kellner'in Stanford Felsefe Ansiklopedisi için kaleme aldığı ❝Jean Baudrillard❞ başlığını Nuray Turan Türkçeye çevirdi.
Akademik Dünyadan Gündemler
#08
Curtis Bram, "Hayatımızın En Önemli Seçimi: Fokalizm ve Siyasi Katılım" başlıklı makalesinde, "fokalizm" adı verilen psikolojik bir önyargının siyasi adaylar arasındaki farkların abartılmasına katkıda bulunduğunu ve bunun da katılımı ve kutuplaşmayı artırdığını savunmaktadır. Fokalizm, insanların dikkatlerini bir şeylere yöneltmeleri ile o şeylerin önemini birbirine karıştırmalarına neden olmaktadır. Siyasete olan ilgi tipik olarak çatışmaya odaklandığından, sonuç partizan bölünme üzerindeki farklılıkların abartılması olmaktadır. Bram, bu varsayımı, tüm katılımcılara 2020 seçimlerinden hemen önce Joe Biden ve Donald Trump'ın siyasi pozisyonları konusunda objektif olarak ne kadar anlaşmazlığa düştüklerini tahmin etmek için ihtiyaç duydukları tüm bilgileri sağlayan deneysel bir tasarım kullanarak test ediyor. Bram, adayların birbirleriyle hemfikir oldukları ya da olmadıkları pozisyonlara dikkat çekmenin, adaylar arasındaki farklılıklara ilişkin inançları etkilediğini buluyor. Bu etki, Demokrat ya da Cumhuriyetçi olarak tanımlanmanın yarattığı etkiyi de aşıyor. Bu algıların ötesinde, fokalizm katılım niyetlerini, seçimin önemine ilişkin algıları, dışarıda kalan adaya yönelik olumsuz duyguları ve duygusal kutuplaşmayı artırmaktadır.
#09
Cyril Hédoin'in kaleme aldığı "Kişisel Kimlik, Kamusal Müzakere ve Davranışsal Kamu Politikası" başlıklı kitap bölümü, gerek bireysel iyi anlayışının şekillendirilmesinde gerekse kolektif karar alma ilkelerinin gerekçelendirilmesinde değerlerin oynadığı rolün, davranışsal kamu politikasının oluşturulması ve temellendirilmesinde kamusal müzakerenin öneminin yeniden ele alınmasına öncülük etmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu bağlamda çalışmada paternalizmin ilişkili olduğu yeni biçimler hakkındaki tartışmalar sunulmaktadır. Hédoin, davranışsal ve normatif iktisat arasında "uzlaşma sorunu" olarak adlandırılan hususu tanımlamakta ve bununla başa çıkmanın bir yolunun kişisel kimliği ciddiye almak olduğunu öne sürmekte ve kişisel kimliği, bireysel iyi anlayışlarının varlığına bağlamaktadır.
Gastronomi Notları
#09
Hindi ile en iyi ne gider? Ve bir parti için hangisi güzeldir? Observer Food Monthly'nin şarap yazarı David Williams tüm bayram günleri -ve bütçeler- doğrultusunda yılbaşı için 2022'nin en iyi 20 şarabını listeledi.
Waitrose Loved & Found Albarossa
Tesco Finest Puemo Carmenère
Domaine le Roc Les Petits Cailloux
Villa Nardelli Cuvée Carolina
Salvaje del Moncayo La Garnacha
López de Heredia Viña Cubillo Rioja Crianza
Fabrice Gasnier Les Graves Chinon Rouge
La Cayetana Malbec
Chassaux et Fils Specially Selected Roussanne
Found Ribolla Gialla
Samos Vin Doux
Boekenhoutskloof The Wolftrap Grenache Blanc
Le Sabbie dell’Etna Bianco
Vasse Felix Classic Semillon-Sauvignon Blanc
Pepe Mondoza Pureza Moscatel
Domaine Zind-Humbrecht Roche Roulée Gewurztraminer
Marks & Spencer Prosecco
L’Occhiolino Sparkling Red Lambrusco
Simonnet-Febvre Crémant de Bourgogne
Champagne Henriot Brut Souverain
Daha detaylı bir okuma için bu sayfa incelenebilir.
Sosyal Bilimler Müzik
Sosyal Bilimler‘de yeni bir müzik listesi.
Albümün Adı: Bir Yabancı Gibi Geldin
Albümün Süresi: 01 Saat 9 Dakika (15 Parça)
Albümün Açıklaması: "You said that you love me you said that you cared / So how could I know I had something to fear / You came like a stranger to me / And you said you were for real / Now I do know where this will end." [Beni sevdiğini söyledin, önemsediğini söyledin. / Korkacak bir şeyim olduğunu nereden bilebilirdim? / Bana bir yabancı gibi gelmiştin. / Ve sen gerçek olduğunu söylemiştin. / Şimdi bunun nerede biteceğini biliyorum.] — Bang Gang
Albüm Kapak Resmi: Pomi Miyoshi
Listeyi Spotify üzerinden dinleyebilirsiniz.
Eski Müzik Listeleri
Kapatırken...
Türkiye'de sosyal bilim odaklı yayıncılık hiçbir zaman kolay olmadı, bugün de değil. Bizlere bu meşakkatli yolda destek olmak isterseniz (abone değilseniz) e-posta bültenimize buradan abone olabilir ve etrafınızdakilere bulten.sosyalbilimler.org üzerinden abone olmalarını dile getirebilirsiniz. Ve elbette Web, Twitter, Facebook, Instagram ve Telegram üzerinden bizleri takip edebilirsiniz.
Haftaya pazar görüşmek dileğiyle!